28 Nisan 2011 Perşembe

Saat onda Manolya’da…


İki gün sonra 1 Mayıs.
İşçinin, emekçinin bayramı…
Kendimi bildim bileli katılırım 1 Mayıs kutlamalarına.
1996 yılından bu yana da Manisa’dayım ve her sene ama istisnasız her sene Manisa’da 1 Mayıs’ın sıkıntısını duymuş, hissetmiş ve yaşamışımdır.
1996 yılından bu yana Manisa’da, benim bildiğim, sadece üç yıl 1 Mayıs kutlaması yapılabildi.
Ve ben 1 Mayıs kutlamalarının yapıldığı yıllar dahil, hep duydum bu sıkıntıyı içimde.
Çünkü 1 Mayıs kutlaması, hep KESK’in özverisi ile kotarılmaya çalışıldı.
Çünkü yapılan yıllarda hiçbir zaman bir işçi sendikası bu kutlamaya bırakın önderlik etmeyi ucundan bile tutmadı.
Çünkü yapılmayan yıllarda da KESK ve bağlı sendikaların basın açıklamaları ve eyleme gitmek üzere otobüs tutmaları dışında, en azından basına yansıyan, bir kıpırdanma olmadı.
Çünkü 1 Mayıs kim ne derse desin Manisa’da sahipsizdi.
***
1 Mayıs’ın tarihçesine baktığımızda ilk olarak karşımıza uzun çalışma sürelerine karşı koyma çıkar.
1880’li yılların başında ABD’de günlük 14-16 saatlik çalışma süreleri ve sefalet ücreti vardı.
İşte bu durum işçilerin mücadelesini doğurdu. (Bkz: Karşıtların birliği.)
1 Mayıs 1886'da yaklaşık 350 bin işçi greve çıkar ve tüm ülkede yaşam durur.
Ardından bir yığın mücadele, mücadele…
Öyle ki patronların anlaştığı sokak çeteleri işçilere saldırıyor ve işçiler ölüyor.
Grevci işçilerle sokak çeteleri arasında çıkan kavga sırasında, polisin işçilerin üzerine ateş açması sonucu 4 işçi yaşamını yitirir.
Olaylara neden olduğu iddia edilen 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açılır ve karar verilir.
Sonuçta dört yiğit işçi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edilirler.
İdamlık Albert PERSONS’a özür dilemesi şartıyla affedileceği söylenir.
Mahkeme heyetine verdiği cevap; "Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım."
II. Enternasyonal 1889'da Paris'te düzenlenen kongrede, Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenler ve 1890'dan başlamak üzere 1 Mayıs'ı da, "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kabul etme kararı alır.
Tüm bu yaşananlardan sonra 8 saatlik işgünü kabul edilir ve 121 yıldır tüm dünya işçi ve emekçileri 1 Mayıs’ı bayram kabul eder, alanlara çıkarlar.
Bu yaşananlardan 121 yıl sonrası Manisa’sına bir göz atalım.
Manisa sanayisinde çalışan 50.000 civarı işçi. % 90’ı sendikasız. Asgari ücret veya asgari ücretin çok az üstünde çalışan on binler.
Çalışma süreleri 121 yıl öncesi gibi 12–14 saat.
Taşeronlaştırma yaygın.
İş güvencesi yok.
Yani gelecek ümidi olmayan, yoksul on binler…
İşte 8 saatlik işgünü kazanımından 121 yıl sonra Manisa…
Ve Manisa işçi kentinde sahipsiz 1 Mayıs…
Ve Manisa sanayisinde çalışan işçiler bu gün bu yaşadıkları yoksulluğun, uzun işgününün, sendikasızlığın, kısacası sahipsizliğin 1 Mayıs’a gösterilen ilgisizlikle koşut olduğundan bi haber…
Ve yine bize İzmir yolları…
1 Mayıs sabahı KESK Şubeler Platformu olarak saat 10.00 da Manolya meydanında basın açıklaması yapıp, saat 10.30 da Öğretmenevi önünden kalkacak otobüslerle İzmir’e gideceğiz.
Olmaz a, belki okuyan olursa diye; hala günde 12 saat çalışan Manisa’lı işçiler isterlerse İzmir’e gelmeyi, onlara ayıracak yerimiz her zaman olacaktır.
Sağlıcakla…

26 Nisan 2011 Salı

Gürbüz kaymakam tekin doktoru tekmelerken…

Anadolu’da çeşitli eğlenceler vardır.

Düğünlerde derneklerde canlandırılır.

Bunlara yeni bir eğlence eklendi son yıllarda.

Etkisi inanılmaz.

Moral veriyor.

Kişinin kendine güvenini arttırıyor.

Nedir o eğlence diyenleri daha fazla merakta bırakmayalım.

“Doktor Tekmelemek.”

Doktor erkekse çok değil. Ama kadınsa süper bir duygu veriyor.

Adeta kızgın kumlardan serin sulara atlar gibi.

Yaşanır anlatılmaz.

Hastanız varsa, hele ki durumu ağırsa, elinizden de bir şey gelmiyorsa üzülmeyin. Gidin bir doktor tekmeleyin.

* * *


Eğer sıradan biri değilseniz, mülki idarede amirseniz, yani küçük dağları siz yaratmışsanız, sadece tekmelemeyin, bir de açığa alın.

Önce tokatlayın. Yere düşerse tekmeleyin. Kendini korumak için ayaklarınıza vuracak olursa, beni darp etti diye şikâyetçi olun. “Yetmez” diyorsanız açığa alın.

İlk ifadenizde, “Tekmelemedim, kendi düştü. Ama korumalarım tutmasaydı dövecektim” deyin. Sonra ifade değiştirin. Doktorun kadın olmasını önemsemeyin; “O beni darp etti, asıl ben şikâyetçiyim” deyin.

Hastanın durumunun ağır oluşunu bahane ederek üste çıkın.

* * *


Diyelim kaymakam değil ama bir kaymakama yazı işleri müdürüsünüz.

Şimdi kaymakam dururken size düşmez doktor tekmelemek.

Biliyorum çok istiyorsunuz ama olmaz işte, önce kaymakam tekmeleyecek; malum, hiyerarşi var.

Ama üzülmeyin mülkü idarenize amir olanın vurduğu her tekme sanki siz vurmuşsunuz gibi olacak ve bilumum sevaplara sizde gark olacaksınız.

Kaymakam en “Gürbüz” tekmeleri ile bayan doktoru tekmeledi diye sanmayın ki sevaplar sadece ona yazılacak ve siz mahrum kalacaksınız bundan.

Kat be kat fazlası size yazılacaktır. Yeter ki kaymakamınızın arkasında durmasını bilin.

Ne mi yapacaksınız?

Misal; doktor hakkında, hastanızı mağdur etti diye, şikâyetçi olabilirsiniz.

Ne bileyim ben, biraz yaratıcı olun, bayan doktor karateciymiş, kaymakamı tekmelemiş, bende şahidim falan deyin.

* * *


Böyle bir durumda ola ki doktor gider savcılığa şikâyetçi olur.

Siz daha fazla şikâyetçi olun.

Doktorun aslında hep bu gibi davranışlarda bulunduğundan bahisle, çeşitli şahitler yardımı ile kurtarın gürbüz kaymakamınızı.

Birkaçta, fedakâr kaymakama, ilişkin hikâyeler, iş tamamdır.

Tekmelenen kadın doktor artık yer beğensin kendine.

Var mı öyle bağımsız kararlar vermek.

Sen ki basit bir doktorsun, senin neyine mesleğini nasıl icra edeceğine ilişkin tavır geliştirmek.

Sana gel diyecekler geleceksin, git diyecekler gideceksin.

Bugünlerde normal vatandaşın bile doktor dövdüğünü aklından çıkardın galiba.

Kendi kendine işler yapıyorsun, sonra yok kaymakam beni dövdü.

Dövecek tabi.

Doktorları darp etmek bu kadar popülerken, hatta kimi zaman öldürmek bile vakayı adiyeden sayılırken, seni bir kaymakam tekmelemiş daha ne istiyorsun.

Sıradan biri dövseydi daha mı iyiydi?

Bugün çeşitli sağlık kuruluşlarında sıradan insanlar tarafından tekmelenen doktorlar ne yapsın?

O ki yıllarını vermiş bu ülkeye, kaymakam olmuş.

* * *


Kaymakam bu döver de, sever de…

Sen bu kadın haline bakmadan… tövbe, tövbe…

Hadi şimdi git şikâyetinden vazgeç, kaymakam seni affetsin bu işte burada kapansın…

Hadi…

Sağlıcakla…

15 Nisan 2011 Cuma

19 Nisan'da şifreleri kıralım...

YGS sınavından bugüne şifreli bir yaşama adım attık adeta.

Şifreyle yatıp şifreyle kalkıyoruz.

Hani körfez depreminden sonra deprem uzmanı olmuştuk ya işte şimdi de şifre çözücü olduk toplu şekilde.

Mod-medyan bir yaşantı içerisinde tatmin olup gidiyoruz.

* * *


Sağlık alanında yaşananlar ise daha da korkunç…

Öyle ki ne modla ne medyanla açıklanamıyor yaşanan alçaklık…

Bir özel hastanede normal kiloda doğan çocuklar ailelerine yanlış bilgi verilerek, küveze yatırılıyor.

Aileye, çocuğunuz düşük ağırlıkta doğdu ve hastanede hatta küvezde, yoğun bakımda kalmak zorunda deniyor ve aylarca bu ortamlarda tutuluyor bebekler.

Bu sağlıklı bebeklerden bazıları enfeksiyon kapıp ölüyor ama ne gam.

Aynı hastanede ültrason yapılan kadına suyun bitmiş deniyor ve acilen çocuğun alınmaması durumunda, çocuğu kaybedeceksin…

Aile kabul ediyor sezeryanı ve daha doğuma bir ay varken çocuk annesinin karnından alınıyor.

Yani para için annelerin karınları deşiliyor…

* * *


Haberin ortaya çıkması ise bir hemşirenin tüm bu yaşananlara daha fazla dayanamaması ve vicdanın sesini dinleyerek olayı medyaya yansıtması…

Yoğun bakımda tutularak sosyal güvenlik kurumundan para almaya çalışan özel hastane denetimlerde bebekleri hemşire lojmanına gizliyor. Kimi yerlerde, kimi yatakların üzerinde onlarca bebek…

Gözümüzü kör edenler şimdide anaların karnındaki bebeklerden para kazanma uğraşında…

Bu kadar insafsız, bu kadar gözü dönmüşlük hangi insan olanın aklına gelir şaşmamak mümkün değil.

Olayı medyaya yansıtan hemşire ise ilk olarak darp ediliyor ve ardından tehdit edilerek korkutuluyor…

* * *


Patır patır dökülüyor sistemin cilaları.

Ne diyor şifre çözücü; şıklara bak en büyük şıkkın sağındaki doğru yanıt.

Neymiş mod-medyan…

Sağdan, sağdan…

Ne diyor karın deşen; suyun kalmadı, yat masaya deşelim karnını alalım çocuğunu, yatıralım kuvöze, yoğun bakıma alalım…

Para kazanalım…

Boşuna sağdan git para bulursun dememişler.

Sağdan, sağdan…

Para kazanmak ciddi iştir şakaya gelmez…

Gerekirse bir buçuk milyon gencin geleceği ile oynar yetmedi hamile kadınların karınlarını deşersin…

* * *


Bunca rezalete, dur diyecek bu şifreleri kıracak birileri var mıdır?

Bu kadar şifrenin, karın deşmenin, insafsızlığın bir panzehiri olmalı…

İşte burada devreye şifre kırıcılar giriyor.

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'ndeki sağlık emekçileri…

Geçen hafta şifreyi kırdılar…

Grevdeyiz dediler…

Ne zamana kadar?

Hak alınana kadar…

Rektörün her türlü hamlesini boşa çıkardılar kararlılıkla…

Ve şifre kırıldı…

* * *


Talepleri küçükten büyüğe sıralıyorsun, taleplerinin arkasına geçip kararlı davranıyorsun, hepsi bu…

19- 20 Nisan'da Tüm Sağlık Emekçileri SES ve Tabip Odası üyeleri, daha birçok sağlık örgütü ülke genelinde şifre kırma işine başlayacaklar.

Umutla…

İnançla…

Kararlıkla…

Mademki birileri şifre yazıyor hayatımıza dair, mademki birileri karnımızdaki bebeğe kadar göz dikebiliyor, gün o şifreleri kırma günüdür.

Tekrar hatırlatmak gerekirse; 19 Nisan günü işe gideceğiz, imza atmayacak, kart basmayacağız. Taleplerimizin arkasında “Çok SES Tek Yürek” olacağız.

Olmadı 20 Nisan'da da, olmadı sonrasında, sonrasında, sonrasında…

Şifreyi kırana kadar…

Sağlıcakla…

Afat SES, bidenecik yürek, türkü söyleyivirerek...

Afat SES, Bidenecik Yürek, Türkü Söyleyivirerek...

Kızanla, Tabip Odası ve SES Sendikası 13 Mart’ta bi eylem edivicelemiş.

Anakara'ya gidilcemiş de parasız sağlık için hükümete ünleyivecelemiş.

Deyivatılarmış ki sağlık hepicemize ortak olsun, koskoley doktora görünelim, hemşirele bize daha eyi baksın.

E eyi baken, dedim bende. Bi yo gidin de, gelin bi güzel...

Yoo, dediler sende gelcen, hep birlikte ediveriyoz bu eylemi...

Yahu kızanna, etmeyin tutmayın ben nası edemde geliverem, dediysemde dinletemedim.

Gelcen deyolada başka bişey demiyola...

Edivicekleri eyleme bi dene türkü seçmişle. Bulutsuzluk bilmem nesimiymiş neymiş onla söyleyivatımış.

Bizim buralarda çok türkü söylenip duru, emme ben bunu anca duyuvatırın.

Bakın ne deyo türküde...

Sözlerimi geri alameycen. (Almayın tabi çocom, almayın neçin alıvicekmişsiniz ki?)

Yazdığımı yeniden yazameycen. (Yazmayın tabi, daha evvel yazmışınız, kör değil okusaladı.)

Çaldığımı baştan çalıpdurameycen. ( Ne çalması kızanım. Duyan duyuvemiştir gari, çalmayın.)

Bi daha geri heç geri dönemem…(Dönüvimeyin gari, yörüyün.)

Akıvecekse gözyaşım kurumasın gari. (Akıvecekse kurumaz zati, bak çoccom akicek kan damarde durmazmış.)

Çoşup durucese gönlüm duruvemesin. (çoşu çoşu vesin tabi…)

Hindi dost bilip durduğum anılarım ünlemesin. (Haklıssınız çoccom. Ünlemesin.)

Bi daha geri dönebilimiyim hiç. (Hiç.)

Heç bi kere bayram olmadı heç. (Olmadı tabi, pamık para etmeyero, mazot pahlı, bayram nerdeee…)

Bir umuttu yaşatıveren bencezi, Alıvedim elime sazımı. ( Alıvede bidene çalıve, guvrak guvrak oynayıverem gari.)

Haden çocum, afat güzel bi eylem düşünüvemişiniz.

Hep barba gidemde dönem gari, epey mazot yakcek otobüsle emme neydelim başka türlü SES’imizi duymeyero bu hökümet…

Demi çocum ne va yani sağlık parasız oluvese neoludu.

Bak her dohtora çıkınca sekiz lera kesivatıla…

Eczahanaya her gidişimizde, deze ver baken onlera, onbeşlera...Veremde çocom, vamı baken.

Amcan kahveye çıkameyyoro parasızlıktan, sen ver ver deyyon.

Deyi vatırın eczacı kıza, teyze deyo bu parala hökümat alıp duru, valla bize değil.

Eyde çocom biz hökümata vergimizi veryoz, bağkırımızı yatırıyoz, daha niye bizden para isteyola, deyince susup kalıyo kızcez.

E madem bu kadar sorun va ben deyyom ki kızanla; gidiverem şu Angara’yada SES’imizi duyuruverem…

Haden gari…

Sağlıcakla…

Uç uç profesörleri...

İthal Hekim, İthal Öğretmen, Aile İmamı derken şimdi bir de Jet Profesörler çıktı.

Uçuyorlar Ankara semalarında, hem de hiç ama hiç yakıt ikmali yapmadan…

Sabah il Sağlık Müdürü, öğleden sonra bir üniversitede prof, akşamüzeri klinik şefliği yapıyorlar…

Oradan oraya uçuyor, uçuruluyorlar…

Ankara Tabip Odası ve SES’in yaptığı açıklamaya göre kimi doçentler(!), arkadaşları kadro yok diye profesörlük unvanı alamazken, uçarak profesör olmanın yolunu buluvermiş.

Halen çalıştığı kurumdan yeni açılan bir üniversiteye profesör olarak atanan bu doçentler bir saat bile ders vermeden hoop tekrar geri dönüvermişler kurumlarına, hem de prof olaraktan, uçarak.

Uğur böcekleri gibi...

Uğur böceklerini elinize alıp; Uç uç böceğim diye şarkı söylediniz mi uçarlar... Şarkıyı anladıklarından değil ama bu doçentleri birileri eline alıp, uç uç diye şarkı söylemiş, bunlar da anlamışlar ve uçuyorlar...

* * *


Aralarında ürolog olup da hemşirelik okulundan profesörlük alan da varmış ki halk arasında ne derler; yıkılıyo…

* * *


Kimi işi o kadar abartmış ki; halen bir hastanenin başhekimi iken bir başka üniversitede profesör, başka bir hastanede de klinik şefi olaraktan idame ettiriyormuş görevini.

Düşünün ne bulunmaz hint kumaşı olduğunu...

Siz daha bir işle başa çıkamazken, bizim jet, uçtuğundan olacak, aynı anda üç yeri idare ediyor…

Bir üniversitede profsun, aynı anda bir hastanede başhekim, yetmedi bir kliniğinde şefi...

Birinden hoca maaşı alıyorsun diğerinin döner sermayesinden, üçüncünün…

* * *


Erbakan hocanın yıllar önce “Kadayıfın altı kızardı” derken bahsettiği muhteremler bunlar olsa gerek.

Kadayıfın en kızarmışını, mercümeğin en demirlisini, kahvenin en köpüklüsünü götürmeye o kadar alışmışlar ki hüllenin, alavere dalaverenin sınırı yok hazretlerde.

Devir teknoloji devri demeyeceğiz bundan kelli, devir uçma devri...

Aralarında ne genel müdürler, il sağlık müdürleri varmış ki şaşarsınız. SES ve Ankara Tabip odası bu uçan profesörlerin tam listesini istemiş bilgi edinme yasasına istinaden, yok vermeyiz demişler…

Verilmemiş. Niye ki?

* * *


Bir uçmayan profesörler kalmıştı oda oldu.

Şahtık şahpaz olduk.

* * *


Şimdi bu haberi duyduktan sonra kendini prof diye tanıtana; jet mi, normal mi, diye sormak gerekmez mi?

Cem Yılmaz'ın yıllar önce oynadığı bir reklâm filmi vardı.

Hani torunlarını parka götürüyor da, torun soruyo; dede sen çok mu büyüktün, diye…

Dede, parktaki heykelini gösteriyor, torun yapıştırıyor cevabı; kendi yaptırmış diyorlar...

* * *


Sen kendin yaptırdıktan sonra, o heykel "ucubeden" öte bir şey olmaz/ olamaz…

Hiç çalışarak, çabalayarak, ter dökerek profesör olmuş kişi ile senin jet profluğun bir olur mu?

Seninki dolmak bilmez, dipsiz bir testi adeta...

Herkesi kandırsan kendini kandıramazsın.

Yok eğer kendini kandırabiliyorsan, o zaman hastasın demektir.

Çok fena geçmiş olsun...

Sağlıcakla...

Diyalektik Kıpırdanmalar...

Metalde ilk grev başladığından mıdır nedir. İçim kıpır kıpır bu aralar.

Bu ne demek, demeyin. Çok önemli bir haber.

Metal işkolunda yirmi yıl aradan sonra grev çadırları kuruluyor.

Metal işçileri greve gidiyor.

* * *


İnsanca yaşanacak ücret, insani iş koşulları ve güvenceli gelecek için...

Tüm imkânsızlıklara, tehditlere, zorluklara rağmen çıktılar grev yoluna…

Ağır iş koşullarına, düşük ücretlere, güvencesizliğe hayır diyorlar.

Yıllardır sıfır zamlara, esnek çalışma dayatmalarına, insanlık dışı çalışma sürelerine, düşük ücretlere rağmen asılamayan grev pankartı dün asıldı işyeri duvarına...

* * *


23 Mart’ta metal grevi başladı.

Ardından onlarca işyerinde de aynı şey olacak ve kırılacak şeytanın bacağı.

Tüm metal işkolunda on binlerce işçi katılacak bu grev halaylarına.

Davullar, zurnalar çalacak…

Kollar havaya kalkacak.

Sloganlar atılacak.

İşçiler söküp atacak üzerlerindeki ataleti.

Sonra bir şenlik, bir şenlik ki sormayın…

Dedim ya içim kıpır kıpır, diye.

İçimde bir şiir kıpırdanıyor Attila İlhan'dan;

sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir(1)

* * *


Sekiz kişi bir pankartın arkasına dizilmiş.

İşimizi geri istiyoruz, yazıyor pankartta…

Fiziksel olarak dolduramıyorlar pankartın kapladığı alanı, ama sesleri gür çıkıyor…

Kırmızı Dev Sağlık İş önlüğü giymiş bir genç kadın haykırıyor.

Canı yanmış gibi değil, canı yana yana…(2)

Bu sese kulak verin, diyor.

Bu ses, seksen gündür direnen, Adana Numune Hastanesi Sağlık işçilerinin sesidir.

Bu ses, taşerona karşı, güvencesizliğe karşı duran sağlık işçilerinin sesidir.

Ardından gene sloganlar, sloganlar…

İşimizi geri istiyoruz...

* * *


Kimi ürkek, tedirgin ve korkuyor belli, ama yine de haykırıyorlar;

İşimizi geri istiyoruz…

Sonra polisin hepsini yaka paça gözaltına alışı…

Gözaltına direnmeler, sloganlar, haklılığın verdiği güç...

Her gözaltına alınma girişimine birbirlerini tutarak direnmeye çalışmaları…

O ne denirse yapan, ağzı var dili yok taşeron işçiler nerde, polise, başhekime, sağlık müdürüne, haksızlığa, hukuksuzluğa direnen bu işçiler nerde…

Ağzım açık izliyorum haber videosunu…

İçim daha bir kıpır kıpır…

İçimde ki şiir devam ediyor kıpırdanmaya;

karşıtıyla yüklüdür her şey
mutlak çözümlerden vazgeç
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir(1)

* * *


Yirmi emek örgütü 3 Nisanda Ankara’da olacaklarını açıklıyorlar…

Güvencesiz-esnek çalıştırmaya, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya karşı direnenler, mücadele edenler olarak bu süreci bilinç ve dayanışma ile donatmak amacıyla, ortak taleplerimizi haykırmak için yeni bir adım atıyor, 3 Nisan’da Ankara’da buluşuyoruz, diyorlar.

Kimler yok ki bu yirmi örgütün içinde; DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş, Dev Sağlık-İş, Nakliyat-İş, Limter-İş, Sine-Sen, Dev Maden-Sen, Sosyal-İş, Emekli-Sen, Basın-İş. Türk-İş’e bağlı Petrol-İş, Hava-İş, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, TÜMTİS, Deri-İş. KESK’e bağlı Eğitim-Sen, SES, Haber-Sen. Türk Tabipleri Birliği ve Enerji-Sen…

Yirmi örgüt... Şimdilik diyorum, şimdilik yirmi…

İçimdeki "diyalektik gazel" kıpırdanıyor;
nasıl doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat
bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir...(1)

Sağlıcakla...

Dipnotlar:
(1) Atila İlhan- Diyalektik Gazel
(2) Can Yücel- Açız

13 Mart için son SES...leniş...

Refik Durbaş Gündem adlı şiirinde "Bu gece uyumasak da olur, hadi sevinci tazele/ sevdayı tazele emzirsin yıllardır pas tutmuş yalnızlığımı/ sevsen de sevmesen de son elvedasıdır bu ömrümüzün" der.

13 Mart öncesi yaşadığım duyguların en güzel özeti bu mısralar benim için.

Durup durup tekrar ediyorum; Haydi sevinci tazele... sevdayı tazele...

...

Yıllardır sağlık hakkımız ve iş güvencemiz için verdiğimiz mücadeleyi, onlarca Ankara eylemini düşünüyorum, ölçüyorum, tartıyorum ve bu en heyecan vericisi, tüm bu eylemlerin diyorum.

Öncesinde bu kadar heyecanlandığım eylem oldu mu, hatırlamıyorum.

...

Bu mitingin bizleri bu derece heyecanlandırması, eylemin hazırlanışı ve kurgusu ile çok ilgili, birde şairin dediği gibi; son elvedası bu ömrümüzün, meselesi var heyecanlanmamıza sebep.

13 Mart'a hazırlanırken bi yandan sevinci, sevdayı, umudu tazeliyor, bir yandan da, son çırpınış, son elveda, son umut gibi bir hisse kapılıyoruz, ister istemez.

...

Eylem hepimizin çok beğenerek izlediği, TTB'nin hazırladığı "Hayde..." klibi ile duyuruldu. Afiş, el ilanı vs nin yanında bu klip işi gerçekten çok tuttu.

13 Mart; umudu, sevinci, sevdayı tazeledi yüreklerimizde.

Ülkenin dört bir yanında çok SES'li bir koro ile hep birlikte yaptık bunu.

Tıpkı eylem sloganında olduğu gibi; Çok SES, Tek Yürek...

...

Çok SES'li bir koro oldu bütün sağlık emekçileri...

...

SES Manisa Şube, bir Manisa türküsü ile "Gımıldanıver"le katıldı bu koroya. Manisalılara seslendi "Haden gımıldanıverem." dedi, kendi şivesiyle, yürekten...

Neredeyse bütün üniversitelerin tıp fakülteleri, tabip odaları bir araya gelip klipler çektiler.

SES Ankara Şube, genel kurulunda, şube başkanın konuşmasının bitiş anını fırsat bilip hep bir ağızdan hayde gidelum hayde, dedi ve salondan koridora taştı. Eyleme ilişkin istek ve enerjilerini bu yolla, ta buralara bize, Anadolu’ya akıttılar.

Hacettepe TIP, doktor ne demek, diyerek sağlık bakanlığına yürüdü.

Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesi, darbukaları ile umut oldu.

SES marşı, MYK üyemiz Köksal AYDIN tarafından yazıldı, bestelendi ve stüdyoya girilip SES’lendirildi, yetmedi, tüm SES MYK'sı, genel merkez çalışanları, emekçileri; eylem önlükleri ile, marşa birde klip çektiler... SES Marşına...

Ankara'dan illere, illerden Ankara'ya sağlık emekçileri korosu yürekten yüreğe; aktı, aktı aktı...

...

Evet o gün geldi çattı; 12 Mart cumartesi gecesi tüm illerden yola çıkacağız. Ve şairin dediği gibi "Bu gece uyumasak da olur..." diyerek, tek yürek, türkü söyleyerek...

...

Yarın; Manisa gımıldanacak...

İzmir, Muğla, Aydın; Hayden Bre Efeler,

Tırabzon, Rize, Ordu; Hayde Gidelum uşaklar,

Diyarbakır, Urfa, Mardin de hadin lo diyecekler...

...

Çok değil 13 Mart günü, Ankara Sıhhiye meydanı tarihsel bir ana tanıklık edecek.

13 Mart günü herkes sağlık emekçilerinin, ülkesinin geleceği için, nasıl tek yürek olabildiklerini görecek.

...

Şimdi bu yazıyı okuyan ve 13 Mart'ta Ankara'da olmak konusunda tereddüt yaşayan, acaba diyen her sağlık emekçisine, sağlık hakkı savunucusuna bir çağrı yapalım.

Yukarda bahsettiğim tarihsel ana tanıklık etmek, oradaydım diyebilmek için son SES..leniştir bu yazı...

...

Türküler söylendi, klipler çekildi, marşlar bestelendi, darbukalar çalındı, otobüsler tutuldu, geriye bir tek Ankara'ya gidip "Tek Yürek." olmak kaldı.

Haydi, Haden, De Haydi, Kımıldan, Gımıldanıver....

...

Ne demiştik?

Çok SES Tek Yürek, Türkü Söyleyerek...

Hadi; bu gece uyumasak da olur, hade sevinci, umudu, sevdayı tazelemeye...

Sağlıcakla...

Ölü Kadınlar...

Kapı önünde genç bir kadın, kaynanası ve eşi...

Genç kadın, hiç konuşmadan duruyor...

Eşinin sinirlilik durumu oldukça dikkat çekici...

Her an bir sorun çıkaracağı izlenimi ortalığı yeterince germişken, kaydını yapabilmem için gerektiği için, genç kadına dönerek kimliğini sordum...

...

Kısa bir sessizlik ve bakışmadan sonra, kaynanası çok gereksiz bir soru der gibi yüzüme baktı, baktı…

Neden sonra eşi siniri birkaç kat artmış bir halde laboratuardan dışarı attı kendini.

Genç kadının kaynanası büyük bir sırrı açıklamanın verdiği gizem ile kapıyı kapatarak;
-Bu kadın aslında ölü, dedi.

...

Ben en anlamamış yüz ifademle genç kadına ve kaynanasına birkaç kez bakmış olacağım ki açıklamaya başladı.

—Biz bunu gittik gelin aldık, getirdik. Nüfusa gittik evlendirmek için, nüfusta ölü gözüktüğü için evlenemedi. Yani daha muameleleri yapılmadı. Şimdi hamile, ebe hanım çağırdı o yüzden geldik. Bu ölü olduğu için kimliği yok…

Kimliği olmadan nasıl evlendi de ardından hamile kaldı diye soramadım bile...

Zaten tahlillerini de yapamadık, eşi bir süre sonra kapıyı açıp annesine, ölü(!) ve hamile eşine; Başlatmayın tahlilinizden, yürüyün, diye aksırdı ve çıkıp gittiler.

* * *


Yirmi beş yaşında bir kadın sabah kalkmış, çaresiz bir şekilde ne yapacağını düşünüyordu. Birazdan çocukları uyanacak ve açız diyeceklerdi.

...

Annesinin "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin" demesi birkaç gündür aklında dönüp duruyordu.

İçinde bir umut; Birazdan kocası elinde ekmeklerle gelecek ve çocukların uyanmasını beklemeden, kendisi uyandıracaktı yavrularını.

Akşam aç yatmışlardı ve mutlaka aç kalkacaklardı.

Çocuklarını hadi kalkın kahvaltıya diyebilmek ne büyük bir özlemdi genç kadın için...

...

Gözleri kapıda, kulakları çocuklarında, dizlerini karnına çekmiş öylece duruyordu.

Bu an genç kadın için kader anıydı.

Kocası kapıyı açtı açacak, olmadı çocuklar uyanacak, daha olmadı, tüfek...

...

Genç yaşta kaçarak evlenmek, üstelik dört çocuk yapmak ve çocukları aç yatırmak...

Yaşadığı handikap, sıkışma, çaresizlik aklına tek bir çare, korkunç karanlık bir çıkış yolu açıyordu...

...

Evde bir lokma dahi ekmek yoktu.

Evde; yirmi beş yaşında bir kadın, dört çocuğu, av tüfeği ve av tüfeğinin içinde bir mermi... Kadın av tüfeğin karnına dayayıp çekti tetiği...

Çünkü çocuklarının ve kendisinin karnı boş, av tüfeği ise doluydu…

Sonrası Edip Cansever'in dediği gibi:



Belli ki çok beklemişler
Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı
Suratları gergin
Bir savaş alanına benziyor suratları
Dudakları nemli
Son defa kendi etini öpüp
Yani son defa gerçek bir insan etini
Hazla kapanmışlar öyle
Geçirmiyor gövdeleri soğuğu
Geçirmiyor sıcağı da
Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları
Akıyorlar sonsuza
Ölü mü denir şimdi onlara.



Üç gün sonra 8 Mart…

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

Diyarbakır’da yapılan bir araştırmaya katılan kadınların % 52’si; tekrar dünyaya gelirlerse kadın olmak istemediklerini söylemişler…

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun…

Ne kadar kutlu olabiliyorsa, işte o kadar…

Sağlıcakla…