30 Eylül 2012 Pazar

Sadece ne olduğun değil, nasıl yaşadığında oldukça roman...


—Nesin, nasıl yaşıyorsun?
—Ben abhazım ama terekeme gibi yaşıyorum...
—Olmadı.
***
—Peki siz?
—Bende sünniyim ama alevi gibi yaşıyorum.
—I ıh...
***
—Siz?
—Ben türküm, türk gibi yaşıyorum.
—Buda olmaz...
***
-Siz?
-Ben pomağım ama nasıl yaşadığımı bilmiyorum.
-Olmadı. Ne olduğun kadar nasıl yaşadığın da önemli…
***
-Siz nesiniz, nasıl yaşıyorsunuz?
—Ben romanım ama roman gibi yaşamıyorum
-Olsun. Alıyoruz sizi...
***
—Siz beyfendi?
—Ben türküm ama roman gibi yaşıyorum.
—İşte budur.
***
—Siz ne diyceksiniz?
—Ben romanım ve roman gibi yaşıyorum.
—Evet buda oldu, hemde tam oldu...
***
—Siz?
—Ben patronum. Bir elim yağda, bir elim balda yaşıyorum?
—Oh oh, Allah bozmasın efendim…
***
—Siz?
—Efendim ben çerkezim ama kürt gibi yaşıyorum.
—Olmuyor.
***
—Siz?
—Efendim ben romanım ama yaşamıyorum.
—Tüh halbuki işi kapmıştın. Keşke yaşasaydın.
—Canınız sağolsun efendim...
***
—Yahu ne oluyor burada? Bu vatandaşlara neden böyle sorular soruyorsunuz? "Nesin, nasıl yaşıyorsun?" Ne demek?
—Şöyle açıklayayım ben Manisa İl Milli Eğitim müdürlüğünde görevliyim. Burada çeşitli okullarda geçici istihdam etmek üzere personel seçimi yapıyoruz..
—Personel seçerken bu sorduğunuz; "Nesin, nasıl yaşıyorsun?" ne anlama geliyor?
—Biz Manisa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Manisa Çalışma ve İş Kurumu olarak bir çalışma başlattık. Çalışmanın adı: Toplum yararına çalışma programı... Bu program çerçevesinde üç ay çalıştırmak üzre 60 kişi işe alacağız. Ancak işe alacağımız kişilerin en azından % 25'inin roman ve roman gibi yaşayan vatandaşlardan oluşmasını istiyoruz. İşte o nedenle başvuranlara bu soruları soruyoruz. Yani bu büyük(!) fırsata nail olmak için ya roman olacaksınız yada roman gibi yaşayan...
-Çok ilginç...
-Evet.
-Kişinin roman olduğunu veya roman gibi yaşadığını nasıl anlıyorsunuz?
-Şimdi nasıl anladımızı anlatsam roman olur... Uzatmayalım efendim. Daha roman  seçimi yapacağım işim çok.
Sağlıcakla…

Ahmet AYER’in Maceraları 1...


Bir süredir ülkenin gündemindeki isim ÖSYM başkanı Ali Demir, SES Manisa Şubenin gündeminde ise Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Ahmet Ayer var.

Ahmet Bey hemen her yönetim, denetim, temsilciler kurulunun gündeminde…

Yani nasıl insanlar haber izlerken durun bakalım Ali Demir bu gün ne yapmış, nasıl bir şifre(!) uygulamış diye soruyorsa, SES üyeleri de Ahmet Ayer’le açıyorlar gündemi ve onunla da kapatıyorlar.

Ee diyorlar bu gün hangi kural dışı uygulama ile gündemde Ahmet Bey?

***

Bakın normal bir işyerinde bir erkek çalışan bir bayan çalışanın üzerine yürür ve ona fiziksel olarak şiddet uygulama tehdidinde bulunursa ve sizde olaya şahit olursanız başınıza bir şey gelmez.

Ancak olay Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde geçiyorsa durum farklılaşabilir.

Nasıl mı?

Açıklayayım.

İdare olayla ilgili soruşturma açar ve bilginize başvurur, doğal olarak ta siz ne gördüyseniz onu anlatırsınız. Bu durumda fiziksel saldırıda bulunma tehdidini savuran kişiye herhangi bir ceza verilmez siz şahitler ceza alırsınız.

Evet, evet…

Herhangi bir gerekçe ile cezalandırılabilirsiniz...

***

Normal bir kamu kurumundaysanız dilekçe verme hakkınız vardır ve bu anayasal bir hak olduğu için engellenemez.

Ama Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde bu hakkınızı kullanmak için Ahmet Beyin onayı gerekir.

Açıklayalım...

Dilekçenizi evrak kayda götürdüğünüzde dilekçeniz alınır ancak kayıt numarası verilmez. Dilekçeniz Ahmet Ayer tarafından görüldükten sonra uygun bulunursa evrak kayda girer, uygun görülmezse aynen iade edilir.

Bir ceza aldınız ve bu cezaya itiraz süreniz yedi gün.

Siz itiraz dilekçenizi yedinci gün evrak kayda bıraktınız, Ahmet bey dilekçenizi iki-üç gün içerisinde inceledi ve uygun bulmadı.

Size iade etti.

Ne mi olur?

Siz cezaya gününde itiraz edememiş olursunuz. Hepsi bu.

Çünkü burada kanunlar değil Ahmet Beyin kuralları geçerlidir.

Size verilen cezaya itiraz ettiniz. Dilekçenizin en üstüne de “İl Sağlık Müdürlüğüne İletilmek üzere” diye yazdınız ve hastane evrak kaydına bıraktınız.

Normalde herhangi bir iş yerinde dilekçeniz gününde kayda alınır ve bir üst yazı ile ilgili yere iletilir.

Ancak Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde böyle olmaz.

Ahmet Ayer’in dilekçeyi incelemesi beklenir, birkaç gün sürer bu inceleme ve size dilekçeniz iade edilir.

Gerekçe; "İl Sağlık Müdürlüğüne dilekçenizi kendiniz götürmelisiniz."

Ama itiraz sürem geçti bu arada, o ne olacak?

Cevap yok…

Hiçbir şey olmamışçasına boşluğa bakar yetkililer.

İtiraz süresi geçmemiş olsa bile bir sağlık çalışanının itirazını bir üst kuruma iletilmesini istemesi en doğal hakkıdır.

Ama hayır burada Ahmet Beyin kuralları geçerlidir.

Olmaz…

***

Normal bir hastanede başhemşire yardımcısı ataması yapılacak.

Ne yaparlar?

Önce kimlerin söz konusu atamaya şartları uygundur diye bakar sonra içlerinden uygun gördüklerini atarlar.

Ancak Ahmet Bey böyle yapmaz.

Şartlarının uygun olup olmadığına bakmaz, direk atamayı yapar.

İtiraz olursa önce anlamazdan gelir. Sonra hafiften bir duydum tavrı ile geçiştirir, yazı ile başvurulduğunda ise cevap vermez.

Tekrar yazı ile başvurulduğunda yine cevap vermez.

Tekrar başvurulduğunda ise yukarıya görüş sorar.

Yani topu taca atar, zaman kazanmak için.

***

Diyelim bir servise sorumlu belirlenecek serviste beş kadrolu hemşire birde geçici görevli hemşire vardır. Eğer geçici görevli hemşireyi atamak isterse; Ahmet Bey bunu da yapar.

Çünkü hesap vermez Ahmet Bey...

Yazı çok uzadı ama Ahmet Bey’in maceraları bitmedi.

Ne mi olacak?

Bir sonraki yazı kime fazla fazla döner sermaye ödendi, neden geri alınamıyor?

Bir sonraki yazıyla devam edilecek.

Sağlıcakla…

28 Eylül 2012 Cuma

Sağlıkta bildiğiniz senaryo: Kan, gözyaşı, haksızlık, şiddet...


Bir süredir sağlıkçıların SES’i duyulmuyor.

Sokaklara dökülmüyorlar…

Basın açıklamaları azaldı…

Sağlıkçılar gündemden düştü…

* * *


Hakikatten neler oluyor sağlıkta, diyenlere işte havadisler:

Geçen hafta, Dikili Devlet Hastanesinde bir doktor bıçaklandı.

Bir cerrah tarafından ameliyat edilen hasta, iyileşmeyen ameliyat yarasından doktoru sorumlu tuttu ve şikâyet etti…

Şikâyet değerlendirildi ve doktorun kusurlu olmadığına karar verildi.

Ancak hasta bir türlü ikna olmadı ve sonunda doktoru bıçakladı.

Polis tarafından gözaltına alındı, mahkemeye sevk edildi ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Aynı hastanede çalışan ve henüz bıçaklanmayan bir doktor şöyle değerlendiriyor bu durumu;

“Saldırganı serbest bıraktılar. Yarım kalan işini tamamla der gibi… "

***


Yine geçen hafta, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bir hemşire hasta yakını tarafından darp edildi.

Eskilerin deyimiyle; Saçı başı yolundu…

Buna benzer olaylarda uygulanan prosedür işleme kondu ve “Hasta, evde tedavisine devam edilmek üzere” taburcu edildi.

Ancak darpçı hasta yakını, araya eş dost ve bilumum iktidar gücünü koydu ve hastasını aynı hastanenin aynı servisinin özel bir odasına terfi etti...

Darp edilen hemşire ve yakını olan çalışanlar bunu hastane önünde protesto ettiler.

***


Geçen hafta bir de asistan doktor öldü.

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde görevli doktor, hastadan kan aldıktan sonra aynı iğneyi eline batırdı ve o hastanın kene ısırması nedeniyle enfekte olduğu öğrenildiğinde ise hasta da, asistan doktor da yaşamını yitirdi.

***


Geçen ay, İzmir Behçet Uz Çocuk hastalıkları hastanesinde kan alma biriminde bir hemşire bir bebekten kan almaya çalışıyordu ve bebeğin babasının saldırısına uğradı. Hemşire olaya ilişkin şunu dedi; “Zaten içeriye stresli girdiler. Kavga, karşılıklı konuşma, hiçbir şey olmadan bu saldırı gelişti. İnsanlar nasıl bu hale geldi. Niye bu kadar saldırganlar, bu tarafların düşünülmesi gerek”…

***


Yine geçen ay, Fatih Sultan Mehmet Devlet Hastanesi (İstanbul) Acil servisinde bir hasta kendisine geç müdahale edildiği gerekçesi ile bir erkek hemşireyi bıçakla yaraladı…

***


İstanbul’da bir hasta kendisinden şikayetçi oldukları gerekçesi ile 112 istasyonunu döner bıçağı ile bastı.

***


Bu kadar mı?

Elbette değil, bunlar kısa bir süre içerisinde olan ve basına yansıyan olaylar.

Bir de yansımayanlar var.

Örneğin Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesinde bir psikiyatri hastası sandalye ile bir hemşireyi darp etti ama kimse duymadı bunu…

***


Sonra aynı hastanede bir polis memuru kendisine rapor vermeyen heyeti silahla tehdit etti.

Olay örtbas edilmek istendi ancak SES ve Manisa Tabip Odası konuyu basına ve savcılığa yansıtınca, soruşturma açıldı.

***


Birde saldırıya uğrayan sağlık çalışanlarının şikâyet ederek işleme koymadığı şiddet vakaları var ki bunların çoğu ise sözel şiddet…

***


Velhasıl sağlıkçılar cephesinde asayiş her zaman olduğu gibi berkemal değil. Olacak gibi de görünmüyor.

Sağlıcakla…

'İyi niyetliler' kapınızda...


Evdesiniz, kapının zili çalıyor ve iki cüppeli, sakallı, sarıklı adam, öylece karşınızda duruyor. Bayram değil seyran değil.

Şaşkın bir halde, bu orta çağdan kalma kıyafetler içindeki iki sakallı adama bakıyorsunuz.

—Eşiniz evde mi? diyor biri.

Ne diyeceğinizi şaşırmış bir halde, belli belirsiz.

—Hayır, diyorsunuz.

Şaşkınlığınıza istinaden açıklama yapmak istercesine;

—Camide akşam namazı sonrasında sohbet var da, onun için davet edecektik.

Şaşkınlığınız korkuya dönüşüyor.

Alevi bir aile olduğunuz biliniyor oysa.

Üstelik eşiniz Alevi Kültür Derneği (AKD) yönetim kurulu üyesi…

O halde, ne amaçla camiye çağırıyorlar, eşinizi?



Bir ara bu adamları daha önce hiç görmediğinizi ve bu nedenle Alevi olduğunuzu bilmeyebilecekleri geliyor aklınıza, az da olsa rahatlıyorsunuz.

Ancak ne kapıdakilere bir cevap verebiliyor ne de kapıyı kapatabiliyorsunuz.

Şaşkınsınız…



Neden sonra cüppeli ve sarıklı iki adam dönüp merdivenden inmeye başlayınca, kendinize geliyor ve kapıyı kapatabiliyorsunuz.



Sonra aklınıza Malatya Sürgü geliyor…

Sahur zamanı, inatla; ailenin Alevi olduklarını bildiği halde, davul çalan, sonra tepkiyi bahane ederek, evi taşlatan ve bunu ‘İslam adına’ yaptığını söyleyen kişi geliyor aklınıza…

Sonra Adıyaman’da evleri “çocuklarca” işaretlenen Alevilere ait evler…

Ardından 4+4+4’e karşı çıktığı için evinin ve işyerinin kurşunlandığını anlatan Alevi aile…



Rahatlama çok büyük bir sıkıntıya dönüşüp içinize oturmuşken eşiniz eve geliyor.

Eşinize anlatıyorsunuz durumu, aman bir delilik yapma, diye diye…



Evinin kapısı çalınan Alevi Kültür Derneği (AKD) yöneticisi ilk olarak mahalle muhtarına gidiyor.

—Kim bu adamlar, ne amaçla evimin zilini çalıyorlar?

Muhtar: “Bu adamlar böyle ev ev dolaşıp camiye çağırıyorlar, kötü bir niyetleri yok, ben tanıyorum… Şu camideler şu anda.”

Caminin imamını bulunup soruluyor. Aynı “iyi niyetliler” cevabını alıyorsunuz. Sizin tepkisel tavrınızdan etkilenen imam, durumu müftülüğe bildirdiğini ekliyor sözlerine…



Polis aranıp, durum anlatılıyor, önce konuyla ilgilendiklerini gösteren davranışlar sergiliyorlar.

Ancak emniyetin bu tür olaylarla ilgilenen şubesinin; “Biz bu adamları tanıyoruz, kötü bir niyetleri yok. İyi niyetliler…” demesiyle, “Büyütecek bir şey yok.” deyip baştan savılıyor.



Bu kadar basit olamaz diye düşünen AKD yöneticisi, “Ev ev dolaştıkları…” bilgisini teyit etmek için komşulara soruyor.

“Yok, diyorlar, bize gelmedi böyle sarıklı, cüppeli, sakallı adamlar…”

O sokakta hiç kimsenin kapısını çalmayan bu “iyi niyetli” sarıklı, sakallı ve cüppeliler tesadüf bu ya sadece o sokakta oturan tek Alevi ailenin kapısını çalıyor…



Adıyaman’da Alevilere ait evler işaretlenince ‘çocuklar yapmıştır” diyen yetkililer şimdi ise “Yapanlar iyi niyetli… büyütmeyin” diyorlar.

Ne dersiniz?

Manisa merkezde yaşanan bu olayı yapanlar sizce de “iyi niyetli”mi?

Ya da şöyle sorayım soruyu, aynı Alevi vatandaş ev ev dolaşıp “haydi cem evine” deseydi, aynı “iyi niyet” onun içinde beslenir miydi?

Benim merak ettiğim Manisa Müftüsü ne düşünüyor, bu “iyi niyetli” kişiler hakkında?

Konudan haberi olduğunu zannediyorum. Çünkü söz konusu caminin imamı; “Durumu müftlüğe bildirdim” diyor.

Öyle ise soruyorum.

Bu kişiler, vatandaşların evlerinin kapısını çalıp camiye çağırma hakkını nereden alıyor?

Eğer Manisa Müftüsü bu yetkiyi vermiş ise hangi kanun ya da yönetmeliğe dayanarak bu hakkı onlara vermiş.

Yok, söz konusu camiinin imamı doğru söylemiyor ve Manisa Müftülüğüne durumu aktarmamışsa bu olayla ilgili “iyi niyet” açıklaması Manisa Müftüsünü tatmin ediyor mu?

Sağlıcakla…

7 Eylül 2012 Cuma

Yükselcilik ve bizim yunus paradoksu üzre...


Türkiye bürokrasi tarihinin en eski mesleği nedir diye soracak olursanız, hiç tereddüt etmeden, ‘yağcılık’ derim…
Çünkü yağcılık çok önemli bir meslektir.
Geçmişte ve şimdilerde nice makam sahipleri vardır, yağcıdırlar. 
Hemde bu işi hiç hissettirmeden yapabilecek kadar ustadırlar. 
Ve belki tek meziyetleri olan yağcılık ile çok ama çok önemli mevkilere de gelmişlerdir.
O kadar çoktur ki örnek vermek bile gereksiz olur.
Ben bu yazıda yağcılığın ne kadar kötü ve çirkin bir şey olduğundan bahsetmeyeceğim, öyledir çünkü…
Yağcılık her ne kadar öyle ise de, bilindiğinin aksine her insanın yapabileceği bir iş değildir. 
Evvela zeka ister.
Görgü ister.
Bilgi ister.
Bunlar yoksa yapılan eylem komik olur ki öyle bir örnek var elimde.
Şimdi o örneği inceleyerek, söz konusu şahsın neden ‘yağcı’ olmadığını, daha doğrusu teşebbüs ettiğini ama olamadığını örneklerle anlamaya çalışacağız.
Yağcılık teşebbüsünde bulunan kişi Sağlık Sen Salihli İlçe Temsilcisi Necmettin Bostan, yağcılık yapmaya çalıştığı kişi ise aynı sendikanın Manisa Şube Başkanı Yüksel Ülker.
Necmettin Bostan bu eylemine bir şiir yazarak kalkışmıştır. 
Şiir yazılmakla kalmamış, bu şiir Sağlık Sen'in dergisinde, arka kapakta yayınlanmıştır.  
İşte bu yayınlanma sonrası ilgimize mazhar olmuş, sağ olsunlar hem Sağlık Sen, hem Sağlık Sen Manisa Şube Başkanı,hemde şiiri yazan nevi şahsına munhasır kişi, cümle alemi kendilerine güldürmeyi bir kez daha başarmışlardır.
Şiiri bölümler halinde ele alacak olursak:
Başlık çok yaratıcı: BİZİM BAŞKAN…
Başlık ve şiirin tamamı büyük harflerle yazıldığından burada da şiirin özü korunmak maksadı ile büyük harflerle yazılacaktır. 
Gerçi sayın şair adayının sadece büyük harf kullanarak şiir yazması da başlı başına bir sorundur.
Çünkü şiir dahil bütün yazın alanında büyük harf kullanımı hoş karşılanan bir durum değildir. 
Kabalık olarak algılanır. 
Hoş Salihli Sağlık Sen Temsilcilik Başkanı Necmettin Bostan beyfendi kadın iş arkadaşlarına saldırmayı neredeyse alışkanlık ettiğinden, bunu çok sorun etmeyecektir.
Yine de bilgi olsun diye Türkiye Şairler birliğinin web sayfasındaki şu ifadeyi kendisi ile paylaşmakta fayda var. “...büyük harfler dikkat çekmeye çalışan, öfkeli ya da kibirli gelir nedense bana..."(Ahmet Oktay, "Virginia Wolf"şiiri, Toplu şiirler, YKY, sayfa 280.)
Öfkeli ve kibirli.
...
Neyse şiire dönelim.
...
BİZİM BAŞKAN
BATARKEN DEMİRCİ UFUKLARINDA AKŞAM GÜNEŞİ
(Sanırım Yüksel Ülker'in Demirci doğumlu olması anlatılmak isteniyor. Ancak doğumla güneş batması çok alakalı olmayabilir belki "Doğarken Demirci ufuklarında sabah güneşi..." denmeliydi...)
YOKTUR YÜKSEL BAŞKANIN BULUNMAZ BENZERİ EŞİ
(Bakın bu dize tüylerimi diken diken etti sayın seyirciler...)
İNANIR GÜVENİR ONA HER İLÇEDEKİ TEMSİLCİSİ
BİZİM YUNUS DİYEREK SEVER O HERKESİ
("Yunus" ile neyi kasdettiğini anlamak zor. Bir iki tahminde bulunacak olursak. Yunus Emre, Yunus Polis veya balık yunus kastediliyor olabilir...)
Gerçi kastedilenin Sağlık Sen'e üye olan, hatta Yüksel Ülker'e tabi olan üyelerin olduğu ilerleyen dizelerde daha net anlaşılıyor. Bakın ne diyor "BÜYÜK BAŞKAN" adlı şiirinde "Büyük Şair":
HER YUNUSU DEĞİL BİZİM YUNUSLARI SEVERDİ
BİZİM YUNUS OLURSAN KUCAKLARDI HERKESİ...
Neymiş: sen istiyor YÜKSEL BAŞKAN tarafından kucaklanmak, olacaksın BİZİM YUNUS...
Şu havuzlarda gösteri yapan yunuslar vardırya hani zıplar, takla atarlar, bde denizlerde ki yunuslar vardır, acep hangi YUNUS?
Hangisi olursa olsun, herkesi kucaklıyor sayın Ülker, ama bi şartla "BİZİM YUNUS" olacaksın. 
Yok olmadın o zaman YÜKSEL BAŞKAN ne yapar? Bu sorunun cevabı şu dizede; "OLMAYACAK YUNUSA SU BİLE İÇİRMEZDİ" 
...
Yani diyelim Sağlık Sen'e YUNUS oldunuz, yetmez. Yüksel Ülker'in yunusu olacaksınız. O "demirci ufuklarından batan güneş; eşi benzeri olmayan insan" bakacak size olan bir yunusmusunuz değilmisiniz diye. Eğer mazallah olayacak bir yunussanız size sayın başkanın "SU BİLE İÇİR"meyeceği tebliğ edilmiş.
...
SENDİKACILIK VARDI YOKTU YARATTI ONU BAŞTAN
...
KARANLIK ODALARIN IŞIĞIDIR YÜKSEL BAŞKAN
...
Şimdiden sonra sendikal mücadele tarihi baştan yazılıyor. Bu güne kadar yapılan sendikacılık, vardı ya da yoktu, bunları geçeceğiz. Çünkü sendikacılığı Yüksel Başkan baştan yaratmış...
Peh peh peh...
...
Şiirin atladığım kısımları yeterince komik olmadığından yazıya konu edilmemiştir. Bildiğiniz şeyler ancak yinede yoğun istek üzere şiiri aşağıda yayınlayacağım.
...
Ben yeterince eğlendiğimizi düşünerek bu şiir bahsini kapatacağım ama şu iki dizeye değinmeden geçmekte olmaz.
SENDE YÜKSELCİ OL KALBİNDEKİ DUYGUYU YEN
(Necmettin beyin kalbinde nasıl bir duygu varsa hem yenilmek zorunda hemde tek yolu da 'yükselci' olmak...)
Bide sanırım bi boğulma korkusu var kendisinin bakın ne diyor:
BAŞKASININ YUNUSU OLMA SUDA BOĞULURSUN SEN
...
Dedim ya hem Necmettin Boştan ( bu şiiri yazarak), hem Sağlık Sen (bu şiiri yayınlayarak), hem Yüksel Ülker (bu şiirin yayınlanmasına izin vererek); dünya alemi kendilerine güldürmüşler ve bittabi bizleri mutlu etmişlerdir hepsine evvel mahsus teşekkür ederim.
...

Gelelim yağcılık meselesine. Baştada söylediğim gibi; yağcılık zeka ister, görgü ister, bilgi ister. Her aklına gelen yağcılık yapmamalıdır. 
Yaparsa ne mi olur?
...
Bu soruya siz okurlar cevap verin...
...
Son sözüm ilçe sağlık müdürü olma hevesine kapılarak bu şair(!) arkadaşın oda basmasına, insanların üzerine yürümesine ve hakaret etmesine göz yumanlara...
Gün olur devran döner, keser döner sap döner...
Sağlıcakla...