24 Aralık 2011 Cumartesi

Ya bügeleke kokum.

Bügelek dağından köyün üzerine doğan o kocaman dolunay, adeta gökyüzünde asılı duran bir tepsi gibi her yanı pirüpak anlatıyordu. 
İşte o gece ayın şavkı altındaki o köyün onlarca toprak evlerinden birinde bir ana "Ya bügeleke kokum."(1), dedi. "Tu zanena...(2)
... 
Kadın bir yandan oğlunun ateşini yokluyor bir yandan da dolunayın aydınlattığı Bügelek dağına bakıyor ve yalvarıyordu. 
- Ya bügeleke kokum. Sen oğlumu bana bağışla... 
...
Cam kenarına pekinin üstüne serilmiş döşekte yatan oğlan çocuğuna dokunmasaydınız anlayamazdınız annenin yalvarmalarına sebep hastalığı. Dokunduğunuzda ise; Eyvah... Bu çocuk yanıyor...
...
Akşamdan beri ne yaptıysa düşürememişti oğlunun ateşini ve korkuyordu.
Korkusu yersiz değildi. Tam dört çocuğu bu yüzden, titreye titreye erimiş gitmişlerdi. 
O günlerde köyün yaşlı kadınları bu hastalığa "Tıbıx boğması" demiş ve nefesi güçlü birinin okumasını tavsiye etmişlerdi. 
Öyle yaptılar hep. Ateşler içinde yanan küçücük çocukların üstünü örtüp başında kuran okuttular.  O anne tam dört kez  ateşler içinde ve üstü sıkı örtülü çocuklara uyanık kalındığı günlerin sabahında yorganların altında, haşlanmış çocuk ölüleriyle karşı karşıya kaldı. 
...
Ağladı, fiza etti. 
Artık bu teşhislere inanmıyordu. İnandığı tek yöntem vardı; çocukları suya koymak. 
Almancı bir akraba söylemişti. "Çocukları kimsenin boğduğu yok, sen üstlerini örtme suya koy ve korkma, demişti." O öneriyi dinlemiş ti. Böyle zamanlarda çocuğunun üstünü açıyor ve banyo ettiriyordu, banyodan sonra da ıslak bezlerle devam ediyordu tedaviye. İki çocuğunu bu sayede kurtarmıştı. 
...
Ama bu sefer banyo ve ıslak bez de fayda etmiyordu, çocuğu gözlerinin önünde eriyordu. İşte o anda ay ışığının aydınlattığı Bügelek dağına yöneldi ve tek umudu Bügeleğe yalvardı.
Ona öğretilen iki şey vardı birincisi çocuğun alınına ve eklem yerlerine ıslak bezler koymak ikincisi ve yıllardır her sohbette adı geçen ve belki ona göre en etkilisi olandı,  Bügeleğe yalvarmak...
...
Çocuğu için her iki bildiğini de eksiksiz yapıyor ve ağlıyordu. 
Dua ederken ağlamak yöre kadınları için gerekliydi. İnancı ve çaresizliği ifade ediyordu, sığınma haliydi onlardaki bu ağlamayla karışık dualar.
Sığınıyor ve diliyorlardı. 
...
Sığındı ve diledi.
...
Bügelek dağı o gece hiç olmadığı kadar aydınlık göründü gözüne. 
Ama Bügeleğin aydınlık hali bile içindeki sıkıntıyı tümüyle dağıtmaya yetmedi ve kendi kendini teskin etmek zorunda kaldı. 
-Bügelek gerçektir, dedi.  
-Bügeleğin sahipleri vardır. 
-Biz sahipsiz değiliz. 
-Bu oğlan sahipsiz değil. 
-Herşeyin olduğu gibi bizim de sahibimiz var.
...
Ya bügelek oğlumu bana bağışla üstüne kurbanla gelirim... 
...
Dağlar, taşlar, pirler, kokumlar sıma kes be vayir meke...(3)
...
Ya bügeleke kokum...tu zanena...


(1) Ya yaşlı bügelek.
(2) Sen bilirsin.
(3) Siz kimseyi sahipsiz koymayın.

Hiç yorum yok: