Bügelek
dağından köyün üzerine doğan o kocaman dolunay, adeta gökyüzünde asılı duran
bir tepsi gibi her yanı pirüpak anlatıyordu.
İşte
o gece ayın şavkı altındaki o köyün onlarca toprak evlerinden birinde bir ana
"Ya bügeleke kokum."(1), dedi. "Tu zanena...(2)
...
Kadın
bir yandan oğlunun ateşini yokluyor bir yandan da dolunayın aydınlattığı
Bügelek dağına bakıyor ve yalvarıyordu.
- Ya
bügeleke kokum. Sen oğlumu bana bağışla...
...
Cam
kenarına pekinin üstüne serilmiş döşekte yatan oğlan çocuğuna dokunmasaydınız
anlayamazdınız annenin yalvarmalarına sebep hastalığı. Dokunduğunuzda ise;
Eyvah... Bu çocuk yanıyor...
...
Akşamdan
beri ne yaptıysa düşürememişti oğlunun ateşini ve korkuyordu.
Korkusu
yersiz değildi. Tam dört çocuğu bu yüzden, titreye titreye erimiş
gitmişlerdi.
O
günlerde köyün yaşlı kadınları bu hastalığa "Tıbıx boğması" demiş ve
nefesi güçlü birinin okumasını tavsiye etmişlerdi.
Öyle
yaptılar hep. Ateşler içinde yanan küçücük çocukların üstünü örtüp başında
kuran okuttular. O anne tam dört kez ateşler içinde ve üstü sıkı
örtülü çocuklara uyanık kalındığı günlerin sabahında yorganların altında,
haşlanmış çocuk ölüleriyle karşı karşıya kaldı.
...
Ağladı,
fiza etti.
Artık
bu teşhislere inanmıyordu. İnandığı tek yöntem vardı; çocukları suya
koymak.
Almancı
bir akraba söylemişti. "Çocukları kimsenin boğduğu yok, sen üstlerini
örtme suya koy ve korkma, demişti." O öneriyi dinlemiş ti. Böyle
zamanlarda çocuğunun üstünü açıyor ve banyo ettiriyordu, banyodan sonra da
ıslak bezlerle devam ediyordu tedaviye. İki çocuğunu bu sayede
kurtarmıştı.
...
Ama
bu sefer banyo ve ıslak bez de fayda etmiyordu, çocuğu gözlerinin önünde eriyordu.
İşte o anda ay ışığının aydınlattığı Bügelek dağına yöneldi ve tek umudu
Bügeleğe yalvardı.
Ona
öğretilen iki şey vardı birincisi çocuğun alınına ve eklem yerlerine ıslak
bezler koymak ikincisi ve yıllardır her sohbette adı geçen ve belki ona göre en
etkilisi olandı, Bügeleğe yalvarmak...
...
Çocuğu
için her iki bildiğini de eksiksiz yapıyor ve ağlıyordu.
Dua
ederken ağlamak yöre kadınları için gerekliydi. İnancı ve çaresizliği ifade
ediyordu, sığınma haliydi onlardaki bu ağlamayla karışık dualar.
Sığınıyor
ve diliyorlardı.
...
Sığındı
ve diledi.
...
Bügelek
dağı o gece hiç olmadığı kadar aydınlık göründü gözüne.
Ama
Bügeleğin aydınlık hali bile içindeki sıkıntıyı tümüyle dağıtmaya yetmedi ve
kendi kendini teskin etmek zorunda kaldı.
-Bügelek
gerçektir, dedi.
-Bügeleğin
sahipleri vardır.
-Biz
sahipsiz değiliz.
-Bu
oğlan sahipsiz değil.
-Herşeyin
olduğu gibi bizim de sahibimiz var.
...
Ya
bügelek oğlumu bana bağışla üstüne kurbanla gelirim...
...
Dağlar,
taşlar, pirler, kokumlar sıma kes be vayir meke...(3)
...
Ya
bügeleke kokum...tu zanena...
(1)
Ya yaşlı bügelek.
(2)
Sen bilirsin.
(3)
Siz kimseyi sahipsiz koymayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder