14 Kasım 2012 Çarşamba

Suskun Açlık...



Radyonun sesi kısık... o halde inceden bir türkü duyuluyor... 
Daha doğrusu duyulmuyor da sızıyor...
Önce kulağa oradan yüreğe...
Dost bildiğim ele döndü... diyor Erdal Erzincan...
"Dost bildiğim ele döndü... Ömrüm acı ile geçti...gülemedim amman amman..."
***
Sırrı Süreyya geliyor aklıma..."Ömrünün üçüncü açlık grevinde.." diyorum... ne çileymiş arkadaş... 
İçerden, derinden bir his "O bari girmesin açlık grevine." diyor... da... bir diğeri "Niye?" diye dikleniyor Sırrı sevgime... 
Ve yüzlerce ölüm sınırında tutsağın fotoğrafını düşürüyor aklıma; bir deri bir kemik hepsi...
***
Biri internette paylaşıyor o resmi, bir diğeri "Fotoşop" diye yorum atmış. 
Görüyorum. 
En yakası açılmadık küfürler dilimin ucuna geliyor da değmez diyor vaz geçiyorum son anda... Hadi ordan diye def ediyorum küfürleri kuytu köşelere...
Sonra lisedeyken dahi sevmediğim ve her nasılsa arkadaş kaldığım bir  vatansever(!); destekliyoruz açlık grevini, gebersinler, deyiveriyor, iyi ki de sevmemişim bu oğlanı diye  teselli ediyorum kendimi..
Osman Baydemir'den bir "hassiktir" hediye ediyorum kendisine ve çıkarıyorum tanıdıklıktan...
***
Yüzlerce tutuklu 66. gününde açlık gerevinin...diye yazarken, 67 mi acaba diye geçiriyorum içimden de kendime kızıyorum...
Yıdırım Türker'in ""Düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız..." sözünü de kendime armağam alıyorum. 
En mahçup halimle...
***
Başbakan "Rejime ihtiyaçları vardı." demiş, diye söyleniyor bir arkadaş.. o vakit ona da kendime de patlıyorum;
Bırak başbakanı, biz ne diyoruz, ben, sen, biz... bizimkiler... ne diyor?
***
Bırakalım bu ırkçı hezeyanları, bu yarım akıllı, bu haldan bilmez, anlamazlıkları... tanrı cezasını versin onlarında yorumlarının da...
Biz kendimize bakalım arkadaş...
Biz dostlar, dost bilinenler...
Ele dönmek istemiyorsak... ne diyoruz, bu yaşanan zulme, bu kan kusturucu duyarsızlığa, onu diyelim hele...
***
Bu zor günlerde, bir takım geçmiş günlerin hesabını koymadan masaya, en açık ve dürüst halimizle; en ihtiyaç duyulan anda, zor gün dost gibi davranıyormuyuz?
Biz belirledik mi sözümüzü?
Belirleyip te; yanımızdakine, yolumuzdakine, yoldaşımıza, iş arkadaşımıza, kahvede çay içtiğimiz kişiye, amcamıza, teyzemize, yeğenimize, öğrencimize, hastamıza, oğlumuza, kızımıza, sokaktaki çocuğa, mahalle bakkalına açtık mı konuyu?
Onlara sen bakma başbakana; durum böyleyken böyle, olayın şu yönüde var, dedik mi- diyormuyuz?
***
Yoksa "facebookta paylaştıkya..." mı diyoruz, kendimize, içimize?
Olmadı bir iki eyleme gidip; Kızılayda, Zaferde, Gündoğduda, Taksim Tramvayda sloganları atıp atıpta, sonra suskun ve görevini yapmış halde, en rahat vicdanlarla mı varıyoruz mahallemize... en suskun halimizle mi geçiyoruz o insanların yanından?
***
Biz bu günlerin "suskun dostları" hangi siyasi tahlil temizleyecek yüreğimizdeki korkuyu?
Hangi gün konuşacağızda bu gün susuyoruz?
Canımız cehenneme...

Hiç yorum yok: