20 Ocak 2012 Cuma

Arlanmak yada arlanmamak...


Bu tutmuş, bu pişirmiş, buda hani bana hani bana demiş, diye tanımladığımız, “Ruh Sağlığı Hastanesi iftirasını” hatırladınız mı?
Hani Tabip Odalarının, KESK ve bağlı sendikaların GREV diye yola çıktığı günlerde, çok değil bu günden bir ay önceydi…
Hani Sağlık Sen yanına bir basın ordusunu alıp Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimini ziyaret etmişti de; “SES temsilcisi fişleme yapıyor.” diye iddialarda bulunmuştu…
Sonra polis hastaneye gelmiş SES temsilcisinin bilgisayar kopyasını saatler süren çalışmayla almış, İzmir’e kadar incelensin diye göndermişti…
Hatırladınız mı?
O olay ne oldu dersiniz?
O fişleme iddiası nasıl sonuçlandı?
O koca koca puntolarla yapılan haberlerin sonu ne oldu sizce?
Ben cevaplayayım; HİÇ…
Evet, hiçbir şey çıkmadı.
Savcılık ön inceleme sonrası konuyu kapattı. Yani incelemeye gerek bile duymadı. 
Konuyu kapattı.
Yok, böyle bişey dedi.
Şimdi siz, bu tutan, pişiren ve savcılığa koşturan güruh, rezil oldu diye düşünebilirsiniz diye söylüyorum.
Öyle bir şey olmadı, olmazda.
Öyle olsaydı bu iftiraya cesaret edemezlerdi.
Azcık düşünürlerdi, savcılığa koşturmadan önce.
Ar ederlerdi.
...
Etmediler.
Murathan Mungan; “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ancak REZİL olamazsınız.” demiş.
Doğruda söylemiş.
Şimdi bu yazıdan sonra bir gazeteci Sağlık Sen Başkanı Yüksel ÜLKER’e mikrofon uzatsa ve sorsa, “Sayın Başkan ne oldu?” diye.
Ne der biliyor musunuz; “Biz kimseye iftira atmadık, bize ulaşan şikâyetleri dile getirdik. Biz bir sivil toplum örgütü olarak ….BILA, BILA, BILA….”
Yada savcılığa koşturan başhemşireye aynı mikrofonu uzatalım; “Ben idareci olarak hüküm vermedim şüphelerimi savcılığa ilettim… LA LEYLİM GALA GULA DA HAP HUP…”
Hiç olmazsa Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimi çıkıp birkaç kelam eder sanırsınız. Yok oda aynı “EHEM KEM KÜM” lerdedir. Emin olun…
Şimdi durup bir an için düşünelim.
Öyle ya bu ülkenin savcısına dilekçe vermek neden ayıp olsun ki…
Elbette kişi bir konunun soruşturulmasını istediğinde savcılığa gidebilir…
E o zaman sorun ne, diyenlere söylüyorum.
Sorun ne biliyor musunuz?
Bir kişiyi bulunduğu görevden aldırmak için önce başhekim yardımcısı marifeti ile “Bu görevden ayrıl, bak yoksa seninle uğraşacaklar…” dedirttikten.
Türlü çeşit bahanelerle makama çağırıp çağırıp azarlattıktan sonra, yine o kişiyle ilgili bir olay gelişince orada olmayan kişileri dahi zorlayarak tutanak tutturduktan.
Yetmedi, basına verelim rezil olsun, çamur atalım izi kalsın demektir ayıp olan.
Arlanılması gereken durum budur işte.
Sen adına sendikayım diyeceksin.
Kamu hastaneleri bir bir özelleştirilecek, sağlık hakkı ortadan kaldırılacak, üyelerin dahil bütün sağlık emekçilerinin iş güvencesi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olacak.
Tüm bunlara karşın hem mücadele vermeyecek hemde mücadele edenlerin ayaklarına dolanacaksın.
İşte budur sorun…
Sen bir kurumun amiri olacaksın, hiçbir sendikayı makamına basınla kabul etmediğin halde bir sendikayı sırf güçlü durumdalar diye makanıma alacaksın ve orada bir tiyatro sahnelenmesine göz yumacaksın.
Yahu durun daha araştırmadık, soruşturmadık, yargısız infaz yapmayalım, basın lütfen bunu haber yapmasın demeyeceksin.
İşte budur ayıp olan.
Sen Başhemşire olarak hemşire meslektaşına dahi sormadan, olayın içeriğini bildiğin halde savcılığa dilekçe vererek bu tiyatroda rol alacaksın.
İşte budur hicap edilmesi gereken.
Şimdi ben bunları yazdım diye birileri rezil olacak, utanacak, hicap edecek sananlar; sizedir sözüm.
Boşuna heveslenmeyin onlar utanmayacaklar, yine büyük büyük puntolu cümleler kurup; “Biz sivil toplum örgütü olarak….”lanmaya devam edecekler...
AL TAKKE VER KÜLAH devam edecekler bildikleri yollarda yürümeye.
Yani düşmez kalkmazlıkları, hacı yatmazlılarına bir zarar gelmeyecek.
Gemileri yürüyenler devam ederler yollarında; biz çıkarız kerevetine…
Sağlıcakla…

Hiç yorum yok: