1 Temmuz 2008 Salı

DÜN GECE SEYRİM İÇİNDE

Bundan tam 450 sene önce yatağından kan ter içinde nefes nefese uyandı Pir Sultan.
Gördüğünün gerçek olmaması için uzun uzun dua etti ve tekrar yattı. Sabah uyandığında pirin düşünceli hali dergâhındaki diğer dervişleri de endişelendirmiş olacak ki sordular, anlattı.

“Canlar tam 450 yıl sonra 2 Temmuz günü, bu topraklarda canlı cansız hiçbir varlığın kabul etmeyeceği bir katliam yaşanacak. Katliam o zamanın imkânları sayesinde milyonların gözü önünde yine insan suretindeki yaratıklar tarafından madımak adında bir hanın etrafının sarılması ile başlayacak. Sekiz saat boyunca “la yahın, la yahın” diyenlere kimse engel olmayacak. İnsanlar adına televizyon dedikleri bir kutudan bu yakımı canlı canlı seyredecekler. Kimi seyrederken kavrulacak ama hiç kimse bir şey yapamayacak. Sonra o madımak denen yatak yerine o yanan canların anısına bir kebapçı açılacak ve yıllarca orada et kızartmaya devam edecekler. Aradan 15 yıl geçecek ama ne yaraları sarmak ne yananların acısını hafifletmek için kimse bir şey yapmayacak yapamayacak...”

Dervişler pire olan inançtan bi şey diyemediler ama bu ne biçim rüyadır demekten de kendini alamadılar. Pir:

“Rüya değildir canlar, gerçektir.” Dedi

Demesiyle hep bir gönülden ağlaştılar. Ağlamaları hepsinin içini yıkadı pürü pak oldular.
Dervişler Pire bu nasıl olur, insanlık nasıl bu kadar geri gider diye soramadılar ama Pir içinin yangınını hafifletmek için olsa gerek devam etti anlatmaya.

“Canlar. Dedi. Benim bahtsız dervişlerim. O gün o handa, otel denen yüksek binada ozanlar, yazarlar, aydınlar olacak. Dışarıda da insan suretinde on binler. Yakanlar, yananları değil kendi geleceklerini yakacaklar. Sonra katliamı yapanları her koruduklarında, bir karanlık bataklığında kaybolduklarını hiç ama hiç fark edemeyecekler. Yakanlar, yananların aydınlık fikirlerini yakmak isteyecekler ama kendilerinin, çocuklarının geleceğinin yandığından bi haber olacaklar. O günlerde bu insanlık suçunu işleyenlere gereken ceza verilmeyecek bu nedenle vicdanlarda o canlarla birlikte yanacak, körleşecek, katran koyuluğuna dönecek insan yanları. Yakanlar bilmeden ateşleyecekler binayı. Sonra bu insan yanı katran koyuluğunda olanlar devam edecekler ateşlemeye. Her sabah o binanın olduğu yerde çeşit çeşit kebap kızartacaklar. Bu böyle yıllarla sürecek.”

Dervişler anlatılanların ağırlığı altında eziliyor ve ağlamaya, dizlerine vurmaya devam ediyorlardı. Pir dervişlerinin bu denli ağlayışlarına daha fazla dayanamadı:

“Canlar. Dedi. Benim bahtsız dervişlerim. Bu ağlaşmalarınız bir gün dünyayı kurtaracak. İnsanlara insan olduklarını bildirecek. Yananlara değil yakanlara ağladığınız için insan olduğunuz anlaşılacak. O gün sizin bu ağlayışlarınıza benzer bir şekilde insanlık hep gönülden ağlaşıp helalleşecek ve o gün geldiğinde kimse bizim ölümüz sizin ölünüz demeyecek. Herkes tüm ölümleri insanlık suçu olarak görecek.”

Pirin bu son söyledikleri dervişlerin yüzünde bir aydınlık ortaya çıkardı. Birbirlerine bakıp gözleriyle gülümsediler. Pir devam etti:

“Benim bahtsız dervişlerim o günlerin ne zaman geleceğini dün gece göremedim ama er geç mutlaka gelecek ve mutlaka insanlık kazanacak.”

Sağlıcakla...

29 Nisan 2008 Salı

1 MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİ BAYRAMI…


Yarın 1 Mayıs işçi bayramı. İşçiler ve emekçiler için birlik, mücadele ve dayanışma günü. Merak ediyorum işçi ve emekçilerin kaçı bu heyecanı içinde hissediyor? Kaç işçi 1 Mayısa günler kala bayramı nasıl kutlayacağına ilişkin heyecan duyuyor?
Üç gün önce Galatasaray- Fenerbahçe maçı vardı. İşçiler ve emekçiler günler hatta aylar öncesinden biletlerini almış, o gün için hangi arkadaşlarla maça gideceklerini dahi kararlaştırmışlardı.
Yarın 1 Mayıs işçi bayramı. Birkaç yıl önce kadınlar için 58 erkekler için 60 yaşına yükseltilen emeklilik yaşı hem kadınlar hem de erkekler için 65 e daha yeni yükseltildi. Acaba işçiler bu konuda da slogan atmayı tepki göstermeyi planlıyorlar mı?
Üç gün önce Galatasaray- Fenerbahçe maçı vardı. Akşama doğru tüm kanallarda en büyük derbi diye haber yapılıyordu. Mikrofonlar işçilere ve emekçilere uzatıldığında “Sabah beşten beri buradayım” diyordu sarı kırmızılı tekstil işçisi. Bir başka sarı kırmızı giysili emekçi “Manisa’dan geldim.” Diyordu. Muhtemelen tersanelerde çalışan bir işçide “Dün gece rüyamda gördüm abi beş bir biter bu maç.” Diye rüyasını anlatıyordu milyonlarca televizyon izleyicisine.
Yarın 1 Mayıs işçi bayramı. Dün Sosyal Güvenlik Kurumu başkanı bir televizyon kanalında yeni çıkan Genel Sağlık Sigortasını anlatıyordu. Yeni sistemin ne kadar avantajlı olduğunu, eski sistemdeki açmazlardan örnekler vererek ballandırıyordu. Sonra bir ara yeni sistemdeki “sağlık yardımı”ndan bahsetti çok iyi oldu diyesiymiş. Daha önce sağlık hakkıydı şimdi sağlık yardımı diyor diye itiraz edeyim dedim. “Sağlık hakkı, sağlık yardımına dönüştü. Bu çok büyük bir hak kaybıdır.” diye itiraz edecek oldum ama bana uzatılmış ulusal bir kanal mikrofonu göremedim hiç. Acaba dedim dün gece gördüğü rüyayı anlatan, muhtemelen tersane işçisi olan Galatasaray taraftarı “ 1 Mayıs için geldik. Sağlık yardımını kabul etmiyoruz, sağlık hakkımızı geri istiyoruz. Dün gece rüyamda gördüm kesin kazanacağız.”dese yine ona uzatılır mı o ulusal kanalın mikrofonu? O rüyasını da milyonlarla paylaşabilir mi? Yoksa ayakların baş olamayacağı bir kez daha belletilir mi bir güzel?
Üç gün önce Galatasaray- Fenerbahçe maçı vardı. Her iki tarafta kazanacağını düşünüyordu. Bir şölene hazırlanırcasına hazırlanmışlardı maça. Stadyum tıklım tıklımdı. Her taraf kameramanlarla, muhabirlerle doluydu. Çekim yapan her kameraya “beş, beş” işareti yapılıyor, uzatılan her mikrofona farklı yeneriz tahminleri sıralanıyordu. Taraftarlar coşkuluydu maç öncesinde ve sonrasında coşkularını ifade etmek için Taksim meydanına çıkıyorlardı. Hemen her derbi sonrası yaptıkları olağan seremonileri idi ve çok doğaldı onlar için.
Yarın 1 Mayıs işçi bayramı. Günler öncesinden karar almıştı KESK, DİSK ve TÜRK İŞ, bu sene 1 Mayıs işçi bayramını Taksimde kutlayacaklardı. Bu onlar için olağan bir şey değildi. 30 küsur yıllık bir hasretti Taksim meydanına çıkmak. Geçen sene engellemelere, panzerlere, gaz bombalarına rağmen zorlada olsa çıkabilmişlerdi Taksim meydanına. Bu sene engelsiz olsun istiyorlardı Taksim yolunun tıpkı Galatasaraylı, Fenerbahçeli işçi, emekçi taraftarlara açık olduğu gibi onlara da, KESK’li, DİSK’li, TÜRK İŞ’li işçilere de açık olsun istiyorlardı hepsi bu.
Üç gün önce Galatasaray- Fenerbahçe maçı vardı ve biz hiç umursamadık, biz sendikada yarın kutlanacak olan 1 Mayıs işçi bayramını konuştuk. “Bu yıl 1 Mayıs işçi bayramını daha coşkulu kutlamalıyız, daha kalabalık girmeliyiz alana.” dedik. 1 Mayısı işyerlerine taşımalıyız tüm işyerlerini ellerimizde karanfillerle dolaşmalıyız. “Emekçi kardeşler 1 Mayıs kutlu olsun.” demeliyiz.
Onlara, “Eğer bu gün haklarımız bir bir elimizden alınıyorsa, eğer hükümet emeklilik yaşını yükseltebiliyorsa, eğer hastaneleri işletme haline getirmeyi dahi düşünebiliyorsa, eğer sağlığı alınabilir satılabilir bir mal gibi görüp, sağlık alanını piyasalaştırabiliyorsa ve yemeklerimiz paralı hale getiriliyorsa kolayca, tek nedeni vardır bunun. 1 Mayıs işçi bayramının yeterince coşkulu kutlanamaması…” demeliyiz.
O halde gelin hep birlikte haykıralım “Yaşasın 1 Mayıs.”
Sağlıcakla…

15 Nisan 2008 Salı

BOZULDUK VE BOZULDU ALINYAZIMIZ(*)



Ve umutlar sonsuzdur.
Çünkü en büyük yaslar en büyük
ölümlerden sonra tutulur. (*)



“Otostop yapan kadını kamyonetime aldım. …tenha yere götürdüm. Tecavüz ettim. Boğdum. Cesedini çalılıklara sakladım. Her şey bir saat içinde oldu.” Bu itiraflar İtalyan sanatçı, barış yanlısı Bacca’nın katilinin sözleri.
Haberi yapan muhabir bu itirafların sıralandığı satırlara eklemeyi unutmuyor katilin sabıkalı ve dengesiz biri olduğunu. Tanıyanların ağzından: “ Sürekli olay çıkaran, psikolojik sorunları olan, dengesiz biriydi.” Dedirtiveriyor utanmazca.
İşte bu kadar…
Ne kadarda kolay sıyrılıyoruz en batak halimizden. Kötü insanlar her yerde var. Her yerde olduğu gibi bizde de dengesiz, psikolojik sorunlu insanlar çıkabilir pek ala.
İlk paragrafta yazdığım katile ait cümleler arasında en berbatı hangisi dersiniz? “Tecavüz ettim” değil. “Boğdum.” değil. En korkunç ve iğrenç olan cümle “Her şey bir saat içinde oldu.” da saklı.
Her şey. Kısa bir anda, aniden gelişen bir şeytana uyma durumu. Ardından gelecek cümlelerin “E kadında abartmış. Kendi başına. Kadın haline bakmadan…
Rakel DİNK “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şeyi çözemeyiz” dememiş miydi?
Ne yaptık? Derinden derine katili azmettirilmiş mağdur gibi göstermedik mi?
Çıktığı barış yolculuğu haberini duyduğumuzda ülkemize girmeden daha. Barışsever Bacca’nın dahi, tenha yere götürülüp, tecavüz edilip, boğulmak hiç aklında yokken henüz. Ne işi var imasında bulunmadık mı kahvehane kuytuluklarına benzer akıllarımızda?
Her “Türk erkeklerinden çok memnun kaldım.”lı gazete haberi sonrası. Aklımızdan geçmedi mi yabancı kadınların sarışın oldukları kadar geniş mezhepli oldukları?
Şimdi kim çıkıp utanmadan biz Filistin barışından yanayız diyebilir? Ya da İtalyan sanatçının istediğinin milyonda biri kadar barışsever olduğumuzu kim iddia edecek?
Bu topraklarda, Hrant’ın katiline özenen beyaz bereli delikanlılar sokalar da yürümediler mi? “Hepimiz Hrantız” diyenlerle utanmazca dalga geçecek kadar karanlık ve aşağılık SMS mesajları ve mailler almadık mı tanıdıklardan?
Ne dedik tüm bu yaşananlara? Ya utanmaz bir kahkaha attık yada korkak bir renk belli etmeme hali içinde kaplumbağa misali içerimize saklandık.
Yaşam boşluk, korkaklık, anlamazdan gelme, savuşturma nedir bilmiyor işte. “Bir saat içinde” oluveriyor olacak olan ve bir barışseverin umudu “psikolojik sorunlu, dengesiz” bir zehirlenmişin karanlık, vicdansız, insanlıktan uzak zavallılığına hiç oluyor.
Hep bir psikolojik sorunlu, dengesiz buluruz bahanelerimize. Antalya’da öğrencilere satırlarla saldıran ve kameraların önünde ateş etmekten çekinmeyen zavallı içinde uydururuz “psikolojik sorunlu ve dengesiz” teşhisini. Yoksa hiç suçumuz yoktur toplum olarak. Ne yapalım her yerde kötü insanlar var.
Yıkayalım ellerimizi ve Bacca’nın kız kardeşini çıkarıp ana haber bültenlerine üstüne üstlük birde teşekkür ettirelim yardımseverliğimize bitti gitti.

Bozulduk. Ve bozuldu alınyazımız. Yalnız
Kuşandık yastutmaz giysilerini SENİN.”(*)
Sağlıcakla…

(*)Edip CANSEVER

12 Şubat 2008 Salı

SİNSİ SANSAR

Yatarken masal okunması bütün çocukların çok hoşuna gider, bu nedenle bende “Her Güne Bir Masal” isimli bir kitap satın aldım ve her akşam yatmadan önce en azından bir masal okuyorum. Hem çocuklar seviniyor hem de benim masal dağarcığım gelişiyor. Oldukça ilginç masallar çıkıyor bazen. Zaman zaman bunları yazılarımda kullanayım diye düşündüğüm oluyor. Bakın 5 Şubat günü okuduğum “Sinsi Sansar” isimli Alman masalıda bunlardan biri. Umarım beğenirsiniz.
“Ormandaki asırlık çınar ağacı, barışında yaşayan bir sembolüymüş sanki: Koca çınarın tepesinde kartal yuva yapmış, yumurtlamış, yavrular çıkarmış. Çınarın dibindeki kovuğa da yabandomuzu yerleşmiş, yavrulamış, onları büyütmeye başlamış. Yukarda kartal ve yavruları, aşağıda yabandomuzu ve yavruları barış ve mutluluk içinde yaşarlarmış.
Bu sakin ortam sansarın da çınara taşınmasıyla ortadan kalkıvermiş. Çok sinsi bir hayvanmış sansar. Çınarın gövdesine yerleşmiş ama amacı bütün ağaca sahip olmakmış!
Ağacın gövdesinin içinden kendine tüneller açtığı için hem yukarıdaki kartalın yuvasına hem de aşağıdaki yabandomuzu ailesine gidebiliyormuş. Çınar ağacının komşuları arasında var olan bu barış ortamından hiç ama hiç hoşlanmıyormuş.
Bir gün kartala çıkmış şöyle demiş:
“Bak kartal dostum. Hem sen hem de ben çok büyük tehlikedeyiz. Aslını sorarsan, tabi ki sen daha büyük tehlikedesin. Çünkü daha yüksekte oturuyorsun. Hain yabandomuzu gece gündüz demeden bu ağacın altını oyuyor. Amacı ağacı devirip, sen burada yokken senin civcivlerini yemek! Dikkatli olalım…”
Sinsi sansar daha sonra ağacın gövdesinin içinden yabandomuzunun yuvasına gitmiş.
“Ah dostum, şu kana susamış kartal ikimizin de başına bela. Biliyor musun, senin yavrularını yemek için fırsat kolluyor. Bende bunu tesadüfen duydum. O yüzden çok dikkatli olmalıyız ikimizde tehlikedeyiz.”
Sinsi sansar o günden sonra gündüzleri hiç kovuktan çıkmamış. Ara sıra başını çıkarıp sanki çok korkuyormuş gibi hemen geri çekiyormuş. Hem kartala hem de yabandomuzuna korkudan evden çıkmadığını hissettirmek için elinden geleni yapmış. Bu arada geceleri gidip avlanmış karnını doyurmuş.
Huzuru kaçan kartal ve yavrularını korumak için diken üstünde duran yabandomuzu ise yavrularını terk etmeyip yuvalarında beklemeye başlamışlar. Ama bu beklenti öyle uzun sürmüş ki sonunda hem kartalın hem de yabandomuzunun yavruları ölmüş.
İkisi de derin üzüntülerinden çok sevdikleri yuvalarını terk edip uzaklara gitmişler. Her biri diğerini suçlamış. Her şeye kolayca inandıkları için hatalı oldukları ikisinin de aklına gelmemiş.
Sinsi sansar ise dostları birbirine karşı kışkırtarak amacına ulaşmış. Tatlı rüyalar.
Sağlıcakla…

29 Ocak 2008 Salı

KIRILDI CONTANIN BAŞI

Kütahya’da bir tren raydan çıktı.
Aklımız oynadı. Neler oluyor diye çakıldık kaldık televizyon ekranlarına. Ertesi gün ilk işimiz gazetelerde haberin ayrıntılarını aramak oldu ahlı vahlı. Yazık, tam dokuz kişi ölmüş, onlarca da yaralı var. Oysa en güvenilir yolcu taşıma yöntemidir denir tren yolu için.

Ekranlarda ilk olarak Habip SOLUK (Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı) "conta başındaki rayların kırılması" ile olduğunu sanıyoruz diyor. Conta başı neki? Cevaben muhabir eğiliyor raylara, işte şu diyor. “İki demir arasındaki mesafe çok az olması gerekirken, soğuk nedeniyle bu mesafe artıyor ve kazaya davetiye çıkarıyor.” (Kazaya davetiye çıkarmak. Sanırım tv muhabirlerinin kullandıkları bu ve benzeri kalıp cümleler başlı başına bir yazının konusu olmalı.)

TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman da, "Kazanın ray çatlaması veya kırılması yüzünden meydana gelmiş olabileceği şüphesi üzerinde duruyoruz" diyor ve ekliyor. “Trenin bakımı 3 gün önce yapılmıştı. İhmal söz konusu değil" Bak demek ki ihmal yokmuş. Koskoca müsteşar, genel müdür yalan diyecek değil ya.

Bu arada Metalürji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük ‘ten hafif bir itiraz duyuluyor. “Birleştirme noktasındaki kaynak standartlara uygun yapılmamış olabilir, bakımsızlık nedeniyle de kırılma meydana gelebilir.” Bak sen şu bozguncuya. Bilmeden bilmeden nasılda konuşuyor. Ne bakımsızlığı TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, "Kazanın ray çatlaması veya kırılması yüzünden gelmiş olabileceği şüphesi üzerinde duruyoruz. Araştırmalar devam ediyor. Trenin bakımı 3 gün önce yapılmıştı. İhmal söz konusu değil" demedi mi?

Trenin bakımı üç gün önce yapılmış adam bakımsızlık diyor.

Sonra Birleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) Genel Başkanı Yunus Akıl’dan açıklama; “O bölgede en son 1989’da yol bakımı yapılmıştı. Yani 20 yıldır raylara bakım yapılmıyor”

Ne! İnanmam trene üç gün önce bakım yapan bir kurum hiç yola yirmi yıl bakım yapmamış olsun. İnanmam. Ama BTS Genel Başkanı devam ediyor. “Yol bakımında, yolun baştan aşağı yenilenmesi gerekiyor; travesten yani rayların altındaki taşlardan, bağlantı malzemelerine kadar her şey elden geçiriliyor, yenileniyor, onarılıyor. Her yıl en az 500 km’lik yolda bakım olması gerekiyor. Ama 2002-2006 arasında yani son 5 yılda toplam 463 km. yol yenilemesi yapıldı. Bir yılda yapılması gereken yol bakımı bile 5 yılda yapılamadı. Ayrıca her 10 kilometrede bir yol bekçilerinin olması gerekiyor ki yollardaki herhangi bir problemden derhal haberdar olunsun, gerekenler yapılsın. Ama yapılmıyor.”

Peki bu kadar ihmal vardı da neden daha önce açıklamadın sayın genel başkan?

Biz hep açıkladık ama siz duymadınız. O sırada türban tartışıyordunuz. O sırada Manisa Sporun yeni transferi ile ilgileniyordunuz. Biz yıllardır Tren yoluna yatırım yapılmayarak nasıl kara yoluna mahkum edildiğimizden bahsediyor tabiri doğru ise yırtınıyorduk, ama siz çok meşguldünüz duyamadınız.

Şimdi TBMM genel kuruluna Genel Sağlık Sigortası yasası getiriliyor, sağlık hakkı yok sayılıyor, paran kadar sağlık deniyor. YÖK başkanı üniversiteler paralı olsun diyor. Çalışma Bakanı 150 ve üstü bayan çalışanı olan işyerlerinde kreş açma ve emzirme odalarının olması ile ilgili zorunluluğu ortadan kaldırma hazırlığı yapıyor. Bu yasa hazırlığını savunurken “Kadın istihdamını artırmayı istedikleri için böyle yaptıklarını söyleyebiliyor.”

Bunca şey olurken biz hala meşgulüz. Hala türbanı tartışıyoruz. Nasıl bağlanacağına varana kadar.

-Tren kazası niye olmuş?
-Conta başı kırılmış.
-Conta başı neki?
- Daha conta başını bilmiyorsun cahil sende.

Sağlıcakla…

7 Ocak 2008 Pazartesi

RADYASYON HALA VİTAMİN DEĞİL!


Hükümet nerede budanacak bir hak görse hiç vakit kaybetmiyor başlıyor budamaya. Bu anlamda uzun süredir üzerinde durduğu bir konuda radyoloji çalışanlarının mesailerini uzatmak.
Radyoloji çalışanları günlük sekiz saat mesai yerine beş saat mesai yapıyorlar. Bunun nedeni de şua ışınları yani radyasyon. Uzun süre şua ile çalıştıklarında, yeterli ve dengeli beslenmediklerinde ve yeterince dinlenmediklerinde kansere neden olan şua ışınlarının zararlı etkilerini en aza indirmek için bir takım kurallar konmuş. Günlük beş saat mesai, yılda otuz gün şua izni, gece uykularından mahrum bırakacak görev verilememesi vs gibi.
Haliyle olayın iç yüzünü ve radyasyonun sağlığa verdiği zararları bilmeyen insanlar oh ne ala memleket diyorlardır.
Ancak gerçektende insan sağlığına zararlı olan radyasyonun kötü etkilerini bu kadar sosyal hak bile yok edemiyor sadece azaltabiliyor. Hal böyle iken bazı başhekimler radyasyona vitamin muamelesi çekme hakkını kendinde görüyor ve bu hakların yok edilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Haliyle Sağlık Bakanlığı da boş durmuyor.
Geçen aylarda çıkardığı bir yönetmelikle röntgen çalışanlarının mesailerini günlük beş saatten dokuz saate çıkardı. SES bu haksızlığa karşı dava açtı ve yargı kararı ile şimdilik bu hatadan dönüldü. Fakat hala hükümetin bu yönde çabaları devam ediyor. Bu çabalara Avrupa da çalışan röntgen çalışanlarının çalışma saatlerinin uzunluğu örnek gösteriliyor her ne hikmetse aynı ülkelerde çalışanların aldıkları ücretten ve çalışma koşullarından hiç bahsedilmiyor. Konu ile ilgili TÜMRAD-DER Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneğinin yaptığı çalışma oldukça ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Ayrıntılı rapor derneğin web sitesinde mevcut açılıp okunabilir. Ben birkaç başlığa değinerek konuya dikkat çekmeye çalışacağım.Anket, Manisa dahil 22 ilde yapılmış ve toplam 707 radyoloji çalışanı bu çalışmaya katılmış. İşe ilk olarak çalışılan cihazların lisansları sorularak başlanmış ve sonuç; halen lisansı olmadan çalıştırılan cihaz sayısı 17, toplamda % 22,9.
Radyoloji çalışanlarının koruyucu kurşun önlüklerle çalışması gerekirken; Ankete katılan teknisyenlerin % 72 si kurşun önlükleri yeterli bulmuyor.Yine bu çalışanlarda dozimetre adı verilen, kişinin maruz kaldığı radyasyon miktarını ölçmeye yarayan cihazların yetersiz olduğu görülmüş. Örneğin, 26 teknisyeni olan bir hastanede dozimetresi olmayan teknisyen sayısı 12 kişi. Radyoloji teknisyenlerinin yaklaşık olarak % 18’nin dozimetresi bulunmamaktadır. 37 hastanede radyasyonla çalışan ve anketimize katılan 707 kişiden 127’sinin dozimetre sinin bulunmadığı ortaya çıkmış. Dozimetresi olan teknisyenlerinde ayda bir kontrol edilmesi gerekirken bu çoğu zaman aylarca aksamakta imiş. Radyasyon birikmesi nedeniyle çok iyi havalandırılması gereken röntgen bölümlerinin durumları da içler acısı. “Havalandırması olmayan hastane oranı % 20, havlandırması olup ta çalışmayan hastane oranı % 28, havalandırması olup ta yetersiz kalan hastane oranı ise % 52’dir.”Yani koruyucu önlem alınmıyor ve malzeme yetersiz.Değinmeye çalıştığım konular raporda öne çıkan olumsuzluklardan sadece birkaç tanesi. Peki, bu durumda radyasyonu hala vitamin zanneden sayın yöneticilere şöyle bir soru sorsak. Sayın Başhekim bu eksiklerden herhangi biri mesailerle ilgili örnek gösterdiğiniz Avrupa ülkelerinde yaşansa ne olurdu? Ne olurdu ben söyleyeyim başta o kurumun yöneticisi olmak üzere tüm sorumlular cezalandırılır ve görevlerinden alınır daha sonra da tüm eksikler en kısa zamanda giderilirdi. Şimdi siz radyoloji çalışanlarının sosyal haklarına göz dikip de örnek gösterdiğiniz ülkelerde yöneticiler nasıl davranıyormuş birazda onu örnek alsanız kendinize. Belki kraldan çok kralcı olmaktan vazgeçersiniz kim bilir.
Mesai saatlerinin uzatılması ile ilgili genelgenin size gelmesini beklemeyip internetten indirerek röntgen çalışanlarına tebliğ etmekte sakınca görmediniz ancak aynı genelge mahkeme tarafından iptal edilince bakanlıktan yazı gelmedi bahanesinin arkasına saklanmakta sakınca görmediniz. Lütfen biraz olsun ilkeli olun ve unutmayın radyasyon vitamin değildir.
Sağlıcakla…