Gelin bu yazıda sizinle ilgili bir hayal kuralım.
Kurduğumuz hayalde sizi çok ama çok zor bir duruma düşürelim. (Bu zor durum umarım gerçek hayatta başınıza gelmez.)
Örneğin bir devlet hastanesi acil servisi önündesiniz. İçerde çok yakınınız olan bir kişi ve o kişinin de hayati tehlikesi var.
Doktor acil servisin kapısına gelip şöyle diyor. “Hastanızın daha iyi bir hastaneye sevkini yapmamız gerekiyor; ancak henüz yoğun bakımında boş yer olan bir hastane bulamadık. Biz elimizden geleni yapıyoruz ancak durum çok kritik.”
Ne yapabilirsiniz?
Elinizden ne gelir?
Soruyu size soruyorum. Bu iki cümle ile de yazıyı biraz uzatıyorum ki çaresizliğinizi iyice hissedin.
Bir an için yukarda yazdığım durumda olduğunuzu hayal edin…
Hayal edemeyecek durumdaysanız ya da içiniz bu durumda kalmayı hayal etmeyi dahi kaldıramıyorsa yazıyı okumaya devam etmeyin.
Ancak şunu çok iyi bilmelisiniz ki bu durum her an başımıza gelebilir.
***
Şimdi olaydan tamamen kendinizi sıyırın.
Rahatlayın.
Ama çok değil!
Bu durumda kalan insanların çaresizliğini kabul etmekle birlikte neden yoğun bakımlarda bazen yer olmadığını sorgulayın.
Şimdi ben bu yazıyı her ne kadar sizinle karşılıklı sohbet edermiş gibi yazmaya çalışsam da aslında işin doğası gereği bu pek mümkün olamıyor.
Yani ben yazacağım siz okuyacaksınız.
***
Sağlık kamusal bir hizmettir ve bize sunulanın aksine bir haktır.
Yani “Sağlık Hakkı Yaşamla Başlar.”
Yani anne karnına cenin olarak düştüğümüzden ölümümüze kadar geçen sürede devletin, bize “Eşit, Ücretsiz, Ulaşılabilir, Nitelikli” sağlık hizmeti sunması, ulaştırması gerekir; bu bir zorunluluktur.
Bu bir devletin olmazsa olmazıdır.
Bu konuda “her hizmetin bir maliyeti vardır.” “Ne yapalım devletimizin imkânları…” vs gibi masallar anlatanlar çıkacaktır.
Hatta bu masalları anlatanlar, yüksek yüksek tepelere evde kurmuş olabilirler.
Bu kişilere inanmayınız.
Tekrar ediyorum: “Sağlık kamusal bir haktır.”
***
Şimdi sağlık kamusal bir haksa ve sağlık giderlerimizi bir yerlerden karşılamak zorundaysak, ilk önce bütçeden sağlığa ayrılan paya bakalım.
2010 yılı bütçe oranlarına baktığımızda sağlığa ayrılan pay % 1,5 yani hükümet 100 TL’nin sadece 1,5 TL sini sağlığa ayırıyor. Bunun içerisinde sağlık personelinin maaşı, sağlık yatırımları vs. de var.
Bu durumda bizde bir aile bütçesi yapalım. 1000 TL gelirimiz olsun. Bizde aynı oranla sağlığa ayda 15 TL ayıralım. Bu 15 TL ile ilaç katılım paylarımızı, hastane katılım paylarımızı vs. her türlü giderimizi karşılamaya çalışalım.
Bu hesap ilk hastane maceranızda çökecektir. Çünkü hastaneye varmanın bedeli 8 TL, en ucuz ilaçların yazıldığı bir reçetenin ilaç katkı ve fark bedelleri ise 8-10 TL’den aşağı olmayacaktır. Bir kişinin yılda dört kez bu başvuruyu yaptığını ve ailenizin dört kişi olduğunu düşünün alın size bir “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” klasiği.
***
Hükümetin hazırladığı bütçede aynı sizin bütçe hesabınızda olduğu gibi Bağdat’tan dönüyor.
Ama hükümet işin kolayını bulmuş, sağlık yatırımlarını kısıyor, cepten ödemelerle vatandaşın cebine el atıyor, sağlık çalışanlarının maaşlarını düşük tutuyor ve az personelle çok iş yaptırmanın yollarını arıyor.
Tüm bu yapılanları hükümetin beceriksizliği ya da hesap bilmezliği olarak da algılamayın sakın.
Sağlıkta olduğu gibi birçok kamusal hizmette yaşanan bu sıkıntılar bir tercihin ürünüdür.
***
Sonuç olarak bütçe tercihleri, sağlığa ayrılan pay, sağlıktan yapılan tasarruflar yazının başında anlatmaya çalıştığım ve hiçbirimizin içinde olmayı istemeyeceğimiz bir durumla karşı karşıya bırakabilir bir gün bizleri.
Ve o gün geldiğinde inanın yapacak hiçbir şey yok.
Hiç bir şey…
Sağlıcakla…
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=31663
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder