8 Ekim 2010 Cuma

Maslow CBÜ’de hemşire olsaydı…

Geçen hafta Salı günü yayınlanan “Maslow Hemşire Olsaydı” başlıklı yazım gerek Celal Bayar Üniversitesi’nde çalışan hemşirelerden gerekte hastanenin hemşirelik hizmetleri müdürü Gülten Kaptan’dan yoğun tepki aldı.

Hemşirelerden bana ulaşan tepkiler; yazının olumlu olduğu, önemli bir sorunu dile getirdiği şeklindeydi ve bana ulaşan tüm hemşirelerin teşekkürlerini içeriyordu.

Bir diğer tepki de yukarda da yazdığım üzere hastanenin hemşirelik hizmetleri müdürü Gülten Kaptan’dandı.

Yazının çıktığı gün Celal Bayar Üniversitesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Gülten Kaptan cep telefonumdan bana ulaştı, oldukça sert ve yüksek bir ses tonuyla, adeta bir suçluyu sorguya çeker gibi, birtakım sorular sordu.

Benim böyle bir konuşmada aynı ses tonuyla cevap vermem hiç istemediğim, gereksiz bir kavganın başlamasını kaçınılmaz hale getirecekti. Bu durumdan kaçınmak için oldukça sakin ve kısa cevaplar verdim.

Niyetim konuşmanın kavga kısmını atlatıp, yazıda ifade ettiğim sorunlar ve hemşirelere yapılan hakaret konularında Müdür hanımın fikrini almak, eğer mümkün olabilirse, çözüm konusunda bir iki adım ilerleme talep etmekti.

Çünkü Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan hemşireler oldukça zor şartlar altında, yoğun nöbetler tutarak üstelik bir de hasta yakınlarının fiziki şiddetine maruz kalarak çalışıyorlardı. Daha geçenlerde kan almada bir hemşire hasta yakını bir kişi tarafından dövülmüştü. Bunlar yetmiyormuş gibi bir öğretim üyesi tarafından hakarete uğramışlar ve aradan beş ay geçmesine rağmen herhangi bir soruşturma açılmamıştı.

Bu konular başta hastane başhekiminin olmak üzere hemşirelik hizmetleri müdürünün birinci derecede sorumluluğu idi. Ancak onlar bu konuyu yok saymak istiyor olacaklar ki aradan geçen beş aya rağmen hiçbir adım atmamışlardı.

İşte bu konularda hemşirelik hizmetleri müdürünün atacağı adımlar önemli olabilirdi. O nedenle konuşmaları alttan aldım ve olabildiğince yumuşak konuştum.

Ancak konuşma umduğum gibi gelişmedi, Gülten hoca sorgudan sonra beni gazetede canlı yayına (ne demekse) çağırdı ve telefonu kapattı. Ne diyeceğimi dinlemek ihtiyacı duymadı.

Ardından gazeteyi arayıp konu hakkında görüştüğünü, bir cevap yazısı yazması ve gazetenin bunu yayınlamasına karar verilmiş olduğunu öğrendim.

Bu konuşma gazetenin yazı işleri müdürü tarafından bana aktarılınca, ben de memnun olacağımı ifade ettim ve ertesi gün çıkacak olan yazıyı beklemeye koyuldum.

Açıkçası merak da ediyordum ne yazacağını. Çünkü görünürde, hastane idaresi açısından, pek cevap vermeye müsait bir durum yoktu.

Ortada kocaman bir “şerefsizler” hakareti asılı duruyor.

Hastane idaresi hakaretin gerçekleşmesinden bu yana beş ay geçmesine rağmen bir şey yapmamış görünüyordu.

Bu durumda sorumluluk makamında olan bir kişi nasıl bir cevap verecek, ne diyecekti ki?

Hemşirelerin yoğun çalışmadığını mı iddia edecekti.

Hemşirelerin dövülmediğini mi söyleyecekti.

Hemşirelerin hakarete uğramadığını mı yazacaktı.

Hemşire sıkıntısı çekmediklerini mi ifade edecekti.

Aynı serviste çalışan 4a’lı, 4b’li, taşeron hemşirelerin varlığını mı inkâr edecekti. Ve bu hemşirelerin aralarında iki kat ücret farkının sebebini mi açıklayacaktı.

16 saat nöbet tutan bir taşeron hemşirenin yemek verilmediği için aç kaldığını mı saklayacaktı.

Hakaretin gerçekleştiği çocuk servisindeki hemşire odasının aslında oda olmayıp koridorun son kısmı olduğunu, koridorun kapatılması sonucu oluşan ve adına hemşire odası denen bölümden geçilerek yangın merdivenine ulaşılabildiğini mi yok sayacaktı.

Hakarete uğrayan hemşirelere sahip çıkmak yerine bir takım seçim dengelerine bakarak pozisyon belirleyen idarenin neden sessiz kaldığını mı açıklayacaktı yazısında.

***


İşte tüm bunları merak ederek bekledim yazıyı.

Yazı gazetede çıktı ve alıp okudum. Yazıda, okuyanlar bana hak verecektir, kuşlar böcekler dışında hiçbir şey yoktu. Yani herhangi bir kişisel gelişim kitabının önsözünü kopyala yapıştır yapsanız bundan ileri bir yazı ortaya çıkamazdı. (Ancak yazının başlangıcına haksızlık etmemek için söylemek zorundayım Nazım Ustadan bir şiirle başlamıştı, harikaydı, hepsi bu.)

Yani sizin anlayacağınız Gülten hoca, kendi ifadesiyle; “Maslowun ihtiyaçlar hiyerarşisinin beşinci basamağından atlamış kişi” bizim dünyevi sorunlarımızı yine pas geçmişti.

Belki yukarda yazdığım sorunları bildiğinden olacak son anda vazgeçti gerçek bir cevap yazısından. Bilemiyorum. Ama en azından Gülten hoca sinirlenerek de olsa bir tepki verdi. Peki ya Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Başhekimi, o okumadı mı yazıyı?

Okumadıysa; hastane hakkında bu kadar önemli iddiaları içeren bir yazının ona ulaşması konusunda okuduğunu bildiğimiz yöneticilerin, başta Gülten Hanımın, bu yazıyı başhekime ulaştırmak zorunluluğu yok mu?

Eğer okuduysa ki ben okuduğunu düşünüyorum, susmanın onaylamak olduğunu bilmiyor mu?

Bu durumda tüm yazılan iddiaları kabul ettiği anlamına gelmez mi bu suskunluk?

Öylemi kabul edelim?

Sağlıcakla…

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32871

Hiç yorum yok: