23 Aralık 2014 Salı

Hemşire ve Ebelerin yüz yıllık ihaneti…

BBC’nin hazırladığı Büyük Dünya Tarihi belgeselini izlemenizi öneririm. 70 bin yıllık insanlık tarihinin küçük bir özetine kolayca ulaşırsınız bu sekiz bölümlük belgeselde.
Ustaca kurgularla, önemli olaylardan bahsedilir; dinlerin doğuşu, bilimsel gelişmeler, fetihler, ölümler, tesadüfler, kazalar, pişmanlıklar…
İnsanlık tarihinde iz bırakmış bilim insanları, imparatorlar, mühendisler, astronotlar ve bir de hemşire…
Hemşire Margaret Sanger.
Yıl 1914 belgesel yönetmeninin kadrajına bir kadın girer. Kadının sağ, sol ve profilden fotoğrafı çekilmektedir. Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz bu sahne bir tutuklanmayı düşündürür bize.
Hemşire Margaret Sanger’in tutuklanma anıdır canlandırılan.
Bundan yüzyıl önce ABD’li bir hemşirenin tutuklanmasının, baskı görmesinin nedeni ise; kadınların ailesini planlama hakkı olduğunu düşünmesi ve bu düşüncesini yaymak için çalışma yapması, mücadele yürütmesi…
Amerikalı bu hemşirenin aile planlaması ile ilgili fikirleri ve mücadelesi insanlık tarihine yön veren olaylar arasında kabul edilmiştir.
Öyledir de.
Çünkü Sanger’i bu çalışmaya iten basit gerekçeler; basit ama oldukça acı yaşanmışlıklar vardır.
Yoksulluk,  gelir adaletsizliği, çaresizlik gibi… O dönemin ABD’sinde insanlar küçücük apartman dairelerinde oldukça yoksul bir yaşam sürmektedirler ve her doğan çocuk bu yoksulluğun kat be kat artması demekti.
O günün yöneticilerinin, sermaye sahiplerinin de ucuz ve yedek işgücüne ihtiyaçları vardı, o nedenle olsa gerek böyle bir fikri çok tehlikeli buluyorlardı. Bugünkünden tek farkı “ihanet” diye algılayacak kadar dönmemişti gözleri.  
Hemşire Sanger fikirlerini anlatmak için dergi, broşür çıkarır ve diğer kadınlara posta yoluyla bu broşür ve dergileri ulaştırmaya çalışır. Bu nedenle tutuklanır, yargılanır ve hapse atılır.  
Bundan yüz yıl önce hemşire Sanger’i doğum kontrolünü savunduğu için yargılayanlar, çok kısa bir süre sonra bir gerçeği fark ederler.
Kadınlar ister yasal, ister yasadışı yöntemlerle olsun doğum kontrolünü zaten yapıyorlar ve doğum kontrolü engellenemiyor. Kadınlar, yaşamlarını tehlikeye atarak, kendilerini düşük yapmaya zorluyor ya da kürtaj yapan kimi “kasap”lara kendilerini emanet etmek zorunda kalıyorlar.
Birçok kadının sırf doğum kontrolü yöntemleri yasak diye ölüyor olması, Avrupa da doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaşması,  o dönemin ABD’li yargıçlarına bişey öğretti; isteseler de doğum kontrol yöntemlerini yasaklayamazlardı.
Çünkü yaşamın basit kuralları vardır, bunlardan biri Victor Hugo’nun şu sözünde hayat bulur: “Zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme gücüne hiçbir ordu sahip değildir.”
Nitekim öyle oldu, bir hemşirenin karşısında duramadılar; kliniğini bastılar, tutukladılar, baskı yaptılar ama sonuç değişmedi. Çünkü milyonlarca kadın, doğum kontrol hakkının olduğunu düşünüyordu.
Hemşire Sanger’in bütün bu baskılara göğüs germesine sebep mesleki ve insani duyarlılığı neticesinde yapılan bilimsel çalışmalar “doğum kontrol haplarını” üretti. Tam yüz yıllık bir çaba ile bu hak kadın mücadelesi tarihinde yerini aldı.
Bundan birkaç yıl önce “Her kürtaj bir Uludere’dir.” denilerek çıkışı yapılan konu, belli ki ihtiyaç hâsıl oldu, tekrar gündeme alınıyor. Hemde yıllardır, sağlık emekçilerince fedakârca yürütülen bir kamu hizmeti olan aile planlamasına “hainlik” sıfatı eklenerek.  
Oysa bir kadının en doğal ve tartışmasız hakkıdır ailesini planlama hakkı.
Bunu yüz yıllık kadın mücadelesinden biliyoruz. Bunu en temel insan hakkı belgelerinden, Hemşire Margaret Sanger’in şahsında bütün Hemşire ve Ebelerin verdikleri mesleki etik mücadelesinden alıyoruz.
Sorum size; aile planlaması hakkı yasaklanabilir mi?
Sağlıcakla…


2 Aralık 2014 Salı

Öğretmenin hayali…

—Hayalinizdeki meslek nedir?” diye sordu öğretmen.  
—Hâkim, dedi bir öğrenci.
—Adalet mi var bu ülkede?
—Yazar.
—Aç kalırsın.
—Bilim insanı.
—Sence üniversitelerinde bilim mi yapılıyor bu ülkenin?
—Doktor.
—Güldü, öğretmen. Kafasını salladı, olmadı anlamında.
—Öğretmen, dedi bir öğrenci. Öğretmen.
Kısa bir suskunluktan sonra cevap verdi öğretmen.
—Atanamazsın. Yıllarca atanmak için KPSS dershanelerine gider gelirsin.
İlkokulu zor bitirmiş komşun, senin kız da bişey olamadı be, der babana.
Tutar Sultan Ahmetteki güvercinlere benzetirler seni.
Vazgeçersin, KPSS hayalinden.
Bir işe gireyim dersin.
Bir özel dershanede altı gün boyunca üç kuruşa ders vermek zorunda kalırsın. İki dakika teneffüs yaptırmazlar sana. Lavaboda kapıyı tık tıklar dershane müdürü “Hocanım ders zili çaldı.”
Olmaz buda yürümez, boş ver ne dediklerini herkesin der, tekrar hazırlanırsın KPSS’ye.
Ve gün geldi atandın diyelim.
En ücra yere verirler seni.
Kalacak yerin var mı, okulun durumu nedir kimse sormaz.
Eyvallah dersin.
Sabah açarsın okulu ve beklersin.  
Bir bakarsın öğrencinin okula gelmesi için sadece okul ve öğretmenin olması yetmez.
Defter ister, kalem ister, silgi ister.
En önemlisi de ailenin öğrenciyi okula göndermek istemesi gerekir.
Beklersin, olmadı gider ev ev dolaşır öğrenci toplarsın.
Yokluk nedir, imkansızlık nedir orda görür, anlarsın.
Olsun dersin aşarız.
El ele verirsin köylü ile okulu onarır, çocuklarına kavuştum dersin.
Bu sefer toplumsal ön yargılar dikilir karşına.
Senin öğrettiğine evde ağabeyi küfreder, çocuğun.
Amcası seninde duyabileceğin tonda dalga geçer; “Matematik mi, ne işe yarar ki? Fen oda ne?”
Yutkunursun, eyvallah dersin.
Mücadele edersin.
Sonra puan verirler sana ve batıya tayin isteme hakkı.
Tayinin çıkar.
Çalışmış emek vermiş ve alnının teriyle gelmişsindir.
Hayaller kurarsın, emek vermiş ve başarmış olmanın haklı hayalleri.
Ama öyle olmaz işte. Batıda da en ücra köyden başlatırlar seni…
Sıfırdan.
Anlarsın ki aynı film burada da kapalı gişe oynamaktadır.
Başrollerde imkânsızlıklar ve toplumsal önyargılar.  
Yazan yöneten aynı…
Olsun dersin buda geçer.
Ömür geçer yıllar geçer bi tayin, bi tayin daha gelirsin il merkezine.
Merkez derken o kadar da merkez değil.
Kiminde norm fazlası olursun, sabah akşam başka okula verilme korkusu ile derslere girer çıkarsın.
Kiminde ise; kapısı penceresi kırık bir okulda para toplaması beklenen bir tahsildar yada güvenlik görevlisi okul bahçesinde.
Her gün gazetelerde siyasilerden beyanatlar okursun. “Öğretmenler tembel.” der biri. Bir diğeri “Yılda üç ay tatil mi olur?” der.  
Sabır çekersin, sabır.   
Sonra merkezi bir okula gelirsin son bir hamleyle.
E dersin, on beş yılın emeği, kolay olmadı.
“Yıllarım geçti ama değdi doğrusu, en azından belli imkânlara kavuştum, bak en merkezi okulda öğretmenim şimdi.”
Bi sabah uyanırsın ki hiç öyle değilmiş bu filmin sonu, rotasyona tabi tutacaklarmış seni.
Sanki hiç köy okulu, ücra yer, imkânsızlık, yokluk görmemişsin gibi.
Sağlıcakla…