27 Şubat 2013 Çarşamba

Söyle ula niye yaptın?

Banker Bilo adlı filmi mutlaka izlemişsinizdir.  
Şener Şen, bu filmde muhteşem rol yeteneği ile hepimizi kahkahalara boğar. 
Adı: Maho, sonradan alacağı lakapla; Banker Maho…
Banker Maho, film boyunca Bilo’ya, ki en yakın arkadaşıdır, türlü çeşit kazıklar atar.
Aldatır, kandırır, dolandırır.
Ama hep bir açıklaması vardır Maho'nun, şöyle der: “Evet yaptım. Hele bir sor niye yaptım.”
Bilo hep yapmaması gereken o hatayı yapar ve sorar: “Söyle ula niye yaptın?”
İşte bu soru sorulduğu an,  Maho kazanır. 
Çünkü her türlü açmaza izah vardır onda, en olmadık pozisyonların çıkışı küçük bir kıvırma manevrası ile hallolur onun açısından... 
Çünkü Maho tam bir u t a n m a z d ı r.
Her türlü utanç verici eylemine, oldukça usta bir aymazlıkla kılıf uydurabilir.
Bilo ise saflığı, temizliği biraz da aptallığı temsil eder. 
Ve filmin sonunda Bilo'da usta öğreticisi Maho'nun izinde giderek Banker Bilo olur. 
Filmin mutlu sonu budur.
*** 
İşte günümüzün, yani postmodernizmin; yeni dünya utanmazlığının ulaşablileceği en üst nokta da böyle bir şeydir.
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” 
"Ben zenginleri severim."
"Benim memurum işini bilir." 
Veciz sözleriyle hayat bulur bu aymazlık  ve adeta bir kanser gibi yayılır; toplumun ruhuna siner. 
İçine girdiği organizmayı; bitirir yok eder.
Posasını çıkarır.
***
Bu aymazlık uzun toplum mühendisliği atölyelerinde belletilmiş, öğretilmiştir; her şeyi yapabilirsiniz, denir onlara…
Kavramları eğip bükebilir, işinize gelecek şekilde yeni kavramlar üretebilirisiniz.
Bakın biz  “muhafazakâr demokrat” gibi bir kavram ürettik, yemediler mi? 
Bakın “Hayata dönüş operasyonu” ile kaç kişiyi katlettik, oldumu bişey?
Sivas'ta yaktık; yıllarca yaktığımız yerde kebap kızarttık, yıllar sonra Sivas katilamı yananların yanına yakarken ölenleri bile yazdık.
Olmadı davaya zaman aşımı bile verdik, hayırlı olmadı mı?
Hrant'ı olabilecek en organize eylemle yok ettik de üstüne "hepimiz ermeniyiz" diyerek sahip çıkanlara en çirkin küfürlerle saldırmadık mı?
Sizde bu utanmazlık sihrini öğrenebilir, hayatın her alanına uygulayabilirsiniz. 
Zam yapabilir adına; zam yapmadık, fiyat ayarlaması yaptık, diyebilirsiniz.
***
İşte bu tür bir aymazlık, kavramları eğip bükme, işine geldiği şekli ile tanımlama bir kere moda oldu mu, artık ciddi bir toplumsal çöküş başlamış demektir. 
İlk başta siyasetçiler kullanır bunu.
Ardından bürokratlar dilinden düşürmez.
Oda, dernek, sendika yöneticileri, bilim adamları, rektörler... hep bir elden harlarlar bu postmodern kokuşmuşluğu...
***.
Eğitimi 12 yıla çıkarıyoruz derler; 4+4+4 ile fiili olarak 4 yıla düşürürler.
Vergiyi emekçiden, işçiden, işsizden, yoksuldan alır; vergi rekortmeni diye zenginlere tören  düzenlerler.
Sağlıkta özelleştirmeler yapar, adına sağlıkta reform yapıyoruz derler.
Bakın bunun en son örneği Karadeniz Teknik Üniversitesinde yaşandı.
KTÜ Farabi hastanesi 01 Ocak 2013 günü işten çıkarılan 85 sağlık işçisi ile adını duyurdu kamuoyunda.
Ancak burada beklenenin dışında bir şey oldu. İşten çıkarılan işçilerin bir kısmı, SES Trabzon şubesinin öncülük etmesiyle direnişe geçti.
Hastane bahçesine çadır kurararak başladılar, direnişe.
Çok gerçek bir slogan yazdılar: Siz tokken biz açız...
***
İlk günlerde, bu direnişin uzun süremeyeceğini düşündüğünden olacak, rektör; demokratik haklarıdır, diyerek pek tepki vermedi.
Ancak hesap öyle olmadı, direniş sürdü, sürüyor.
Bir süre sonra; bu demokratik hak, hastaları rahatsız ediyor a döndü. Ve demokrat rektör özel güvenlikçileri ile direniş çadırını kaldırmak istedi.
Ancak direnişçi işçiler buna çok sert tepki verince, polisle yapıldı bu kaldırma işi. Sonra işçiler çadırlarını yeniden kuracaklarını söylediler ve yaptılar da bunu.
Direniş sürüyor.
Direnişin etkisi ile KTÜ Rektörüne; neden işçi çıkarıldığı sorulunca;
“Hele bi sor.” Dedi.
İlk hamlesi; biz çıkarmadık, taşeron firma çıkardı, oldu.
Bunun gerçek olmadığı anlaşılınca, ikinci bir  “Hele bi sor.” dan sonra…
“Hastane zarar ediyor, o yüzden çıkardık, dedi.”
Buda tutmamış olacak ki, şimdilerde; “İşçileri işten çıkarmadık, hizmet alımında personel azaltımına gittik.” dermiş.
***
Şimdi bu ekonomi dâhisi profesöre; sen profesör doktor değilsin, akademik unvan verilmiş bir organizmasın, desek, bizde kavramları eğmiş, bükmüş oluruz ki bize yakışmaz. 
O halde kavramları yerli yerinde kullanalım ve KTÜ rektörüne SES'lenelim...
Yapma, insaf et: sen tokken, onlar aç...
Sağlıcakla...

24 Şubat 2013 Pazar

Bu ne biçim hesap...

Bir arsanız var, o arsaya 400 yataklı bir hastane yaptıracaksınız ve size şöyle bir teklif geliyor: Siz o arsayı bize verin, hastaneyi biz yapalım ve siz bize buna karşılık kira ödeyin.
-Ne kadar kira?
-Yıllık 65 Milyon.
-Kaç yıl?
-25 yıl.
Hemen hesap yaparsınız değil mi?
Bir kaç müteahhitten falan, fiyat alırsınız. Benzer projeler yapılmış mı, yapılmışsa kaça mal olmuş, araştırırsınız.
Araştırdınız ve size dediler ki; bu hastane taş çatlasa 130 Milyon liraya mal olur.
Bu durumda size 25 yıl boyunca yıllık 65 Milyon kira ödemenizi öneren şirketin teklifine ne dersiniz?
Evet mi?
Hayır mı?
Siz hayır diyebilirsiniz ama TBMM'de şuan bu teklife "evet" demenin yasası görüşülüyor
Ben bu yazıyı yazarken 20. maddeye gelmişlerdi bile.
Adına Kamu Özel Ortaklığı denen bu yasa ile Sağlık Bakanlığı bundan sonra ne yaptırırsa yaptırsın bu modelle olacak.
Hastane, dispanser, toplum sağlığı merkezi, il müdürlüğü binası, aile sağlığı merkezi vs. aklınıza ne gelirse.
Kiracı bakanlık...
Manisa'da ilk olarak, hani uzun zamandır söz verilen, 400 yataklı hastaneyi bu yöntemle yapacaklar.
Bir şirketin aldığı ihale, basından öğrendiğimiz kadarıyla şöyle:
TOKİ 3' ün orada belediyeye ait şantiye arsası vardı hani, onu bir şirkete verecekler.
Şirket iki yıl içerisinde hastaneyi yapacak ve teslim edecek.
Devlet, hastaneyi yapan bu şirketin kiracısı olacak.
Yani 130 Milyona kendi imkanları ile yaptırabileceği hastaneyi bu şirkete yaptıracaklar ve 25 yılda toplam 1 Milyar 600 Milyon lira kira ödeyecek.
Evet yanlış okumadınız.
Maliyetinin on katından bile fazla.
Bu kadarla bitmiyor.
Otelcilik, gasilhane, laboratuvar, görüntüleme, otopark, restorant vb., sağlık hizmetleri dışındaki ticari işletmeleri de 25 yıl boyunca bu şirket işletecek.
Bu kadar da değil.
Tüm bu ticari işletmelerden vergi alınmayacak.
Yetmez.
Olmaz ya hastane yeterince hasta bulamaz ve para kazanamazsa diye % 70 yatak doluluk garantisi de ikram ediliyor.
Tüm bunlardan sonra şunu diyebilirsiniz; en azından Manisa'ya 400 yataklı bir hastane kazandırılıyor.
Hayır o da olmuyor.
Çünkü bu hastane yapılır yapılmaz mevcut hastaneler küçültülecek yani 400 yatak azaltılacak.
Yazıyı okuduysanız; Bu ne biçim hesap, diyorsunuzdur.
Ben de onu diyorum...
Sağlıcakla...

20 Şubat 2013 Çarşamba

Sağlıkta Nasıl Nasıl Diyagramı…


—Burası devlet hastanesi mi?
—Değil.
—Nasıl değil?
—Devredildi. 
—Nasıl devredildi?
—Hani tekerlemede var ya; balta suya düştü, suyu inek içti...
—Nasıl inek suyu içti?
— İşte öyle oldu, bir gece yarısı operasyonu ile adına Kanun Hükmünde Kararname denilen bir oldubitti ile…
—Nasıl Kanun Hükmünde Kararname?
—Doğan görünümlü şahin gibi... Yani Kanun hükmünde ama kanun değil; kararname... Bir nevi okus pokus...
—Nasıl okus pokus?
—El çabukluğu marifet... TBMM’de dahi görüşülmeden, kanun hükmünde bir kararname çıkardılar ve bütün devlet hastanelerini kamu hastaneler birliğine devrettiler. Artık oralar devlet hastanesi değil, Kamu Hastaneler birliğine bağlı şirketler.
—Nasıl şirketler?
—Bir şirket nasıl oluyorsa öyle; verimlilik, kar, performans diyen ve tek derdi çok hasta gelsin çok para kazanalım diyen şirketler. Başlarında artık başhekim yok, genel sekreterler var.
—Nasıl genel sekreterler?
—Hani şirketlerin CEO ları var ya, işte öyle.
—Nasıl CEO?
—Bir şirketi kar ettirmek için ekip kuran ve o ekiple çalışan, başarısız olursa işinden olan, şirketin sözleşmeli beyni yani.
—Nasıl beyni?
—Gerçi bu CEO’lar tam beyni de sayılmaz. Çünkü ekibi de kendileri kurmamış.
—Nasıl kurmamış?
—Baksana pideci yöneticiler almak zorunda kalmışlar ekibe.
—Nasıl pideci?
—Basbayağı pideci. Gazeteler yazdı. Okumadın mı? Kimi Manisa AKP il yöneticileri, eşleri, kardeşleri; gerçek işleri kahvecilik, pidecilik, sporculuk, kırtasiyecilik olduğu halde, bu şirket hastanelerine; müdür, müdür yardımcısı oluvermişler. Demek ki CEO değil de siyaset kurmuş ekibi.
—Nasıl siyaset?
—Hamili kart yakinimdir, siyaseti. Bizden olsun yeterki, sağlıkçı olmasa da olur siyaseti. Sağlık alanında hiçbir tecrübesi olmayanların, sırf hükümet partisine yakınlar diye tedavi hizmetleri müdürü olması başka türlü nasıl açıklanır? Demek sistemi kuranlarda başarısız olacaklarını düşündüler.
—Nasıl başarısız?
—E bir yanda SGK; Hastalar birinci basamakta kalsın ki daha az para harcayayım diyecek, diğer yanda katkı katılım payları vatandaşın belini bükecek, hal böyle olunca hasta gidemeyecek bu şirket hastanelerine ve mecburen zarar edecekler.
—Nasıl zarar edecek?
—Hasta gelmezse kar edemeyecekler. Onlarda başlayacaklar çalışanları sıkıştırmaya. İki hemşirenin yaptığı işi bir hemşire yapsın, kar etmeyen servisleri kapatalım, estetik operasyon yapalım, doktor evlere gitsin muayeneye vs vs.
—Nasıl estetik?
—Başka türlü para kazanamayacaklarına göre estetik gibi çok para kazandıran operasyonlara yönelecekler. Oda ne kadar yürür? E bakmışlar sistemin yürümesi zor; bari birkaç yıl eş dost maaş alsın nasiplensin, demişler.  İşleri zor senin anlayacağın…  
—Nasıl zor?
—Zor işte. Gerçi hasta gelmemesi işini sonradan çözdüler. Kamu özel ortaklığı diye bir sistem getiriyorlar. Devlet arsayı veriyor. Özel sektör buraya hastaneyi yapıyor, sonra devlete kiraya veriyor. Tam yirmi beş yıl boyunca fahiş kiralar alıyor bu şirket. Olurda hasta gelmezse diye % 70 de, yatak doluluk garantisi veriyorlar.
—Nasıl garanti?
—Kılçıksız balık gibi… Hasta geldi geldi; gelmedi devlet yine de ödeyecek parayı. Olmadı hastanenin otoparkını, restorantını da bu şirkete verecekler. Bu işletmelerden vergi almayacaklar. Tüm bu imtiyazlara rağmen zarar ederse bu şirket devlet karşılayacak zararını…
—Nasıl karşılayacak?
—Bütçeden… Sağlık ocaklarından sonra devlet hastaneleri de yalan oldu.
 Yani diyeceğim şu ki; Masal Bitti…
—Nasıl Bitti?
Sağlıcakla…

14 Şubat 2013 Perşembe

Kabuk bağlamayacak bir yara; Sağlık Ocağı…


Birisi size bir adres sorduğunda, adres tarifini bir sağlık ocağından yada devlet hastanesinden yapmayın. 
Sağlık ocağının karşısında; yada devlet hastanesinin doğusunda, demeyin. 
Yanlış bir tarif olur çünkü... 
Sağlık ocakları kapatılıp yerlerine aile hekimliği muayenehaneleri açılalı tam dört yıl oldu.  
Ne fark eder, ha sağlık ocağı demişiz ha aile sağlığı merkezi?
Çok fark eder...
İlkin şunu söyleyeyim; sağlık ocağında bir sağlık ekibi vardı.
Doktor, diş hekimi, hemşire, ebe, sağlık memuru, laborant, çevre sağlık teknisyeni, tıbbi sekreter, memur, sıtma savaş işçisi, hizmetli…
Peki, ne iş yapardı sağlık ocağı?
Ekip içerisinde bulunan bütün meslek gruplarının işlerini yapardı. 
Çevre sağlığı onun işiydi misal...
Komşunuz sizin bahçenize kirli su akıtsa oraya başvurabilir, çözüm talep edebilirdiniz. 
Sanayiden pis bir koku geliyor akşamları balkona çıkamıyoruz, deseniz; bu bizim işimiz değil, demezdi sağlık ocağı. Suynuzun klorlanıp klorlanmadığı onun kontrolündeydi. Gıda ile ilgili üşyerlerine ruhsat verirdi, sağlık ocakları. 
Gebeler evde takip edilirdi. Eve gelen ebe hanımlara saygı gösterirdi ev halkı. Hamilelikte ne yenecek, ne içilecek, yiyecekler nasıl hazırlanacak, ebe hanım tarfından tek tek anlatılırdı. Çocuk doğdu, nasıl emzirilecek; bizzat evde verilirdi eğitimi…
Diyelim kaynananızla yaşıyorsunuz ve eşinize dahi açamadığınız bir takım sorunlar yaşıyorsunuz; işte o sorunları ebe hanıma açardınız.
Sizi dinlerdi, derdinize ortak olur, gerekirse çözüm için çaba sarf ederdi. 
Diş hekimi dişinize bakardı. 
Laborantı tahlilinize...
Hemşire, hemşirelik mesleği ile ilgili tedavilerinizi yapardı...
Ebe (ki sağlık ocağının asıl omurgası odur) gebe, bebek, çocuk takiplerini yapardı. 
Aile planlaması (ki bundan da vazgeçildi çok şükür) hizmetlerini verirdi.
Doktor ekibin lideriydi. İdealist ve biraz dikbaşlı olurdu çoğunda; eşrafa, godamana, bürokrata karşı hastalarını savunurdu. Kirli akan dereler, kömür tozu getiren yağmurlar onu sıkıntıya sokardı, halk sağlıkçıydı aynı zamanda... 
Hastaları muayene eder, ilaçlarını yazar, çevre sağlığı kontrolüne çıkardı. 
Başvuran hiç bir hastaya sen bana bağlı değilsin demez, ilgilenirdi. 
Sağlık ocağı binasına kira ödemez, orayı kendi evi gibi bilir korur, kollardı.
Sağlık ocağının en önemli özelliği neydi biliyor musunuz?
Paranın lafı bile olmazdı orada...
Şimdi ne var?
Aile sağlığı merkezi…
İçinde de aile hekimi ve aile sağlığı elemanı(!)...
Ne demek aile sağlığı elemanı?
Hemşire, ebe, sağlık memuru, laborant, çevre sağlık teknisyeni, tıbbi sekreter, memur hatta yerine göre hizmetli...
İnanın hiç abartmıyorum. 
Kısacası; "ne iş olsa yaparım" demek aile sağlığı elemanı...
Hemşirenin elemanlaştırılması, ebenin değersizleştirilmesi, sağlık memurunun yok sayılması, laborantın kıymetsizleştirilmesi...
Birçok işi bir kişiye yıkıp; az kişi ile çok iş yaptırabilmenin adıdır; aile sağlığı elemanlığı…
Aile sağlığı elemanlığı; canı çıkana kadar; enjeksiyon, pansuman, hasta kaydı, bebek takibi, gebe takibi, aile planlaması hizmetleri yapıp arta kalan zamanda da; “Çocuklarınızı aşıya getirin.” Lütfen diye yalvarmaktır aile sağlığı elemanlığı…
Aile hekimi?
Oturduğu odaya, muayene masasına, steteskobuna kira ödeyen; bir yandan hasta muayene eden diğer yandan; elektrik, su doğalgaz faturasını düşünen...
Aklının bir köşesinde sürekli emekli mi olsam, işyeri hekimliğine mi geçsem, ne yapsam, ne etsem diyen kişidir. 
Bırakın sağlık ocağı çevresini, odasının dışıyla bile eğer performansa olumsuz etkisi yoksa dönüp bakmayan kişidir. 
Eşrafa, godamana, bürokrata iyi geçinilmesi gereken kişiler olarak bakandır aile hekimi...
Sözleşmelidir çünkü... 
Evet, bundan tam dört yıl önce kapatıldı sağlık ocakları ve ben adres tarifini yazıya giriş olsun diye yazdım inanın... 
Keşke sağlık ocaklarının kapatılmış olmasının olumsuzluluğu bir adres tarifi kadar hafif kalsa...
Bundan belki on, belki onbeş yıl sonra daha net anlaşılacak, bu sürecin yıkıcılığı...
Ama gel gör ki anlatmaya kiyayetsiz kalıyor kelimeler. 
Tam dört yıl önce kapatıldı, sağlık ocakları; tıpkı köy enstitüleri gibi…
Her ikisi de kabuk bağlamayacak bir yara olarak kalacak hafızalarımızda...
Yazı çok uzadı, devlet hastanelerini de sonraki yazıya...
Sağlıcakla...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Mefâîlü Fâilün Farabi...


Bir üniversite hastanesi düşünün; stratejik bir plan hazırlıyor, plana; misyon, vizyon, etik, estetik vb. bir sürü şey yazıyor da; Nitelikli hekimler yetiştirmek, araştırma yapmak, diye bir amaç yazmıyor. .
Bir hastane düşünün; eğitim ve araştırma hastanesi olsun bu hastane ve tek yapmadığı ise eğitim ve araştırma olsun...
Var mı böyle hastane?
Var.
Misal Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi hastanesi. 
Adını 2013 1 Ocak günü işten çıkardığı 68 sağlık işçisi ile duyurdu bize. 
İşe 15 dakika geç kaldın! 
İşten 10 dk geç çıktın!
Hasta olduğun için, rapor kullandın! 
10 saat temizlik yaptın ama çöp poşetini, çöp kovasının içine tam yerleştirmedin! 
Klozeti temizlerken yaka kartın cebinde değil boynunda takılı olmalıydı!
İşte bu gerekçelerle işinden oldu insanlar.  
***
Rektör önce; Biz çıkarmadık, dedi. Taşeron firma çıkardı...
Sonra; biz çıkardık ama, dedi; rapor kullandılar, yaka kartı takmadılar vb... Velhasıl kelam yukarıda saydığım gerekçeleri sıraladı.
En sonunda da, takke düştü kel göründü.
Ve hastane zarar ediyor, dendi. 
***
İnsan, hele ki tıp eğitimi almışsa, böyle bir gerekçeyle işçi çıkarmaya utanır. 
Hastane dediğin zarar etmelidir zaten.
Hele eğitim ve araştırma hastanesi ise bu hastane, kar kelimesinin anlamını dahi bilmemelidir. 
Düşünsenize bir hasta var, tedavisi çok zor ancak pahalı, sosyal güvenlik kurumun ödediği miktar tedaviyi karşılamıyor. Ya hastayı tedavi edecek ve öğrencilerinize bu hastalığın nasıl tedavi edildiğini öğreteceksiniz yada kurtarmıyor diye hastayı reddedeceksiniz. 
Bir eğitim ve araştırma hastanesi böyle bir hastayı tedavi edebilmek için çırpınır, ne demek kar etmek.
Ayıp ayıp...
Kar eden hastane; üçe mal edilen yirmi beşe fatura edilmiş; ya sosyal güvenlik kurumu yada vatandaş soyulmuş demektir. 
***
Bu Farabi Hastanesinin web sayfasında, başta sözünü ettiğim strateji planında misyon, vizyon vs. sayıldıktan sonra "kurum dışı tehdit" diye bir bölüm yazılmış.
Bakın ne diyor orada: "Bölgenin tek 3. basamak hastanesi özelliğinin ortadan kalkması." Bölgede Farabi Hastanesi dışında 3. basamak sağlık hizmeti veren bir hastanenin daha açılmış olmasını tehdit algılıyorlar.
Çok hasta kapayım, çok para kazanayım mantığının ürettiği bir "tehdit" daha: "Uygulanmaya başlanacak aile hekimliği uygulaması ile poliklinik sayılarının düşmesi." 
(Plan 2009-2013 yıllarını kapsıyor. 2009 da hazırlandığından aile hekimliği ile sevk zorunluluğu geleceğini düşünmüş olmalılar.)
Yani bir hasta düşünün aile hekimliğinde tedavi olabiliyor ve 3. basamağa gitmek zorunda kalmamış, 3. basamak hekimi de gerçek işi olan tıp eğitimine, araştırmaya zaman ayıracak. Ama gelin görün ki hazretler bunu da "kurum dışı tehdit" algılıyorlar.
*** 
Tıp fakültesi 1. sınıf öğrencisine sorsanız şöyle der; "Aile hekimliği sisteminde yani 1. basamakta tedavi olması gereken hastanın 3. basamağa yığılması bir "kurum dışı tehdit"tir. Çünkü 3. basamağın asıl işi öğrenci yetiştirmek, araştırma yapmaktır. "
Ama sağlığa ticari bir mantıkla yaklaşırsanız, olur olmaz herkes bana gelsin, onları muayene edeyim, para kazanayım dersiniz, herhangi bir market işletmesinden farkınız kalmaz. 
Hasta tedavi etmeyi bulgur satmakla bir tutarsınız ve çok bulgur satanı da, çok ameliyat yapanı da verimli görürsünüz. 
Sonra bir bakarsınız kendi on binlik kazancınıza bakmadan 800-850 TL maaş alan sağlık işçisinin çocuğunun boğazındaki lokmaya göz dikmiş siniz.  
Ne olur; o ömrü hayatında eylem görmemiş insanlar bir bakarsınız kurmuşlar hastane bahçesine direniş çadırını ve "Siz tokken biz açız." diye haykırıyorlar. 
Hadi bakalım al sana kurum içi tehdit…
Sağlıcakla...

7 Şubat 2013 Perşembe

Bardak olamayan eski çam; Genel Sağlık İş…


Eski çamlar bir türlü bardak olmuyor bu ülkede. 
Bir bakıyorsun; aynı tartışmalar, aynı zihin bulanıklığı ile ve hatta aynı tonda, hala tedavülde… Tartışılıyor da tartışılıyor.
Öylesi tartışma başlıkları var ki aynı kişilerle defalarca konuşmuşsun, anlatmışsın; kavgası edilmiş, karşılıklı haklısınlar denmiş, sonra işine bakmışsın.
Yılların tartışması yani…
Bir bakıyorsun tekrar açılmış. Sanki hiçbir konuşulmamış gibi…
Sil baştan, ilk açıldığı andaki gibi masumane...
Gündemde…
Koca koca insanlar, hemen her gün onlarca çam deviriyor da bu “eski çam” konuları dimdik ayakta…
***
Hastane bahçesinde cep telefonu ile konuşuyor bir yandan da, ‘gel gel’ diye işaret ediyor.
Gittim ve sabırla uzun telefon konuşmasının bitmesini bekledim.
—Ha Ayşe evet, ararım onu, telefonu var. ... Selami? Tamam, ona da ulaşırım. Tabi tabi anlatırım... Tamam kendine iyi bak...
Kapattı telefonu ve Genel Sağlık İş, dedi...
—Hayırlısı olsun, dedim.
Bu tarz bir cevap beklemiyordu ki bir süre baka kaldı. 
Başarılar diledim.
Ağzı hala açık, ağzının kenarından sızdı sızacak bir ıslaklıkla…
Birkaç isim verdim, şunlara şunlara gidin dedim, kimyası bozuldu.
Döndüm yürüdüm.  
***
Genel Sağlık İş, bilmeyenler için hatırlatayım…
SES 1996 yılında o dönem, sağlık ve sosyal hizmet işkolunda örgütlü dört sendikanın birleştirilmesi sonucunda kurulan bir sendikadır.
Genel Sağlık İş’te onlardan biriydi.
Bir süre sonra bu arkadaşlar tekrar ayrılmak istediler ancak geldikleri kadar kişi ile gidemediler.
Neydi bizim dört sendikayı birleştirirken ve SES’i kurarken ki gerekçelerimiz?
Hatırladığım kadarıyla: İşveren tek ve güçlü, o halde bizimde tek ve güçlü bir sendikal örgütlenmeye ihtiyacımız var. Birleşelim, güçlenelim ve haklarımızı daha iyi savunalım.
Aramızda kimi farklılıklar olmasına rağmen, benzer yönlerimiz daha fazla. O halde farklılıklarımızı değil, benzerliklerimizi ön plana çıkaralım.
***
Biz bu birleşmeyi yaptıktan sonra kimi hükümet sendikaları türedi hatta bunlar çok yüksek üye sayılarına da ulaştılar ancak hak alma mücadelemiz her şeye rağmen belli bir ağırlığın altına hiç düşmedi.
Hep hükümet sendikalarının sayısı çoktu ama kamu çalışanlarının vicdanı da, umudu da biz olduk.
İşte bu nedenle de; eski Genel Sağlık İş üyelerinin çoğu tekrar ayrılmanın, bölünmenin yararsız olacağını değerlendirdi ve gidenlerde kitlesel bir güce ulaşamadan konu kapandı.
Yada en azından biz kapandı zannettik.
Kapanmamış…
Canları sağolsun…
***
Eğer haklılarsa kitleselleşir, sağlık emekçilerinin gün be gün eriyen ücretlerini, insanca yaşayacak düzeye yükseltirler.
Kim bilir belki; sağlık emekçilerine yönelen şiddete çözüm bulurlar.
Hastanelerin satılması konusu onların sayesinde gündeme oturur bakarsınız, halkımız belki bizden çok onların sözünü dinler…
Kamu özel ortaklığı yöntemi ile bütün hastanelerin özelleştirilmesi ve sağlık emekçilerinin taşeron sistemde çalışmaya zorlanmasını belki bu arkadaşlar çözerler.
Öyle olursa eğer bizde “Birleşe birleşe kazanacağız.” Sloganımızı gözden geçirir ve belki; “Bölüne bölüne çoğalacağız.” demeye bile başlarız.
Sağlıcakla…