26 Haziran 2012 Salı

KESK hazır, KESK'liler de…


İnsanın başına geleceğe hazır olması çok önemlidir.

Başına gelebileceğe hazırsan daha kolay göğüslersin gelecek darbeyi, belki sarsar ama asla tüketmez seni.

Misal, KESK üye ve yöneticileri, bundan yıllar yıllar önce, bu yola çıkarken hep hazır oldular başına gelebileceklere…

Hep hissettiler baskıyı, zulmü, iftirayı.

Mücadele uzun solukludur, dediler.

Bu yol zorludur…

Tıpkı gece yarısı ninelerimizin, gaz lambası ışığında anlattığı masallardaki gibi; demir asa, demir çarık...

İşte öyle çıktılar yola, ta 1989 bahar eylemlerinde...

1990'larda, onları yollarından etmek için ilk en yakınları akıl verdi onlara...

"Yapmayın, etmeyin; işinizden olursunuz, sürülürsünüz..." dediler.

Olsun dedi onlar...

Demir asa, demir çarık...

İşlerinden oldular, sürüldüler, baskı gördüler...

Vazgeçebilirlerdi, yoldan dönüp daha rahat bir yaşamı seçebilirlerdi o günlerde, geçmediler.

...

Sonra o en yakınlarının dedikleri misliyle çıktı karşılarına...

Vuruldular... Ankara'nın göbeğinde, Ayşenur Şimşek'le...

Yakıldılar... Sivas Madımak 2 Temmuz'unda, Behçet Aysan'la...

Kör kuyularda asitle dağlandı cesetleri... Diyarbakır'ın halden bilmezliğinde, Necati Aydın'la...

Sonra adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz birçok failsiz ölümler yaşadılar...

‘Yaşamak direnmektir’ bildiler, direndiler...

O günlerde de vazgeçebilirlerdi KESK’li olmaktan, mazlumun yanında durmaktan, ezilene yoldaş, ezene karşı durmaktan, emekçi olmaktan, geçmediler...

...

Ondan sonrası bildik hikâye, kontra sendikalar türedi...

Ondan sonra bir daha, bir daha...

Kendilerine çizilen çerçevede, hükümetin emrinde sendikalar...

Adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi sendikacılık oynayan, kamu emekçilerini kandıran sendikalar...

Yok dediler, bu değil sendikacılık, bu oyunu bozacağız.

Sonra eylemler, basın açıklamaları, yürüyüşler, grevler...

Yol bir yere gitmezdi çünkü 'yolu yapan yürüyenlerdir' dediler...

O zamanda vazgeçebilirlerdi elbet, geçmediler...

...

Onlar KESK üyeleri, şimdilerde her şafak bir baskına uyanıyorlar, göz altına, tutuklamaya, zindana, operasyona...

Her şafak evlerini dolduran polislerin niye her tarafı yıkıp döktüğünü, niye onlara kötü muamelede bulunduklarını susarak, gülümseyerek anlatmaya çalışıyorlar çocuklarına.

Bir şafak vakti annelerinin sonra bir kör sabahda da babalarının götürülüşünü izah etmeye susuyorlar…

Her şafak çocuklarına "Yok bişey, merak etme" diyerek çıkıyorlar evlerinden, kelepçeleriyle.

Başta da dedim ya; insanın başına geleceğe hazır olması çok önemlidir.

Hazırlar, hazırız...

Ne diyor Can baba; Her şey kendi dilince konuşur; Karanlık örtse de üstünü...

Sağlıcakla...

6 Haziran 2012 Çarşamba

KESK Göreve Emekçiler Greve...


Bu yıl birincisi eda edilen Toplu Sözleşme sürecini değerlendirdiğinizde; senaryosu kötü yazılmış, oyuncuları eğitimsiz, seyircisi isteksiz bir tiyatro izlemişsiniz hissi sizde de uyanmıyor mu?
Bende uyanan his, 23 Mayıs grevi hariç, tamda bu.
Hükümet tam altı ay zamsız maaş alan ve ilk defa Toplu Sözleşme(!) masasına oturacağım diye heveslenen kamu çalışanlarına % 3 artı 3 artış önerdi. Buna karşın hükümetin gürbüz sendikası Memur Sen % 16, eski hükümetin gürbüz sendikası Kamu sen % 20, gelmiş geçmiş her hükümete uzak KESK ise % 30 zam talep etti. Ortalama % 20 gibi bir zam beklentisi vardı kamu çalışanlarında düşe düşe % 8 bir zam alındı. 
Hükümetin % 3 artı 3 zam teklifi sonrası en çarpıcı açıklama memur sen başkanından geldi: “Dağ fare bile doğurmamıştır.” 
Beli ki hazretin güvendiği dağlara kar yağmıştı ve fare olsun doğuracak bir dağa çoktan fit olmaya razıyken bu duruma düşmüştü.
Şimdi yaptığı açıklamaya bakın: “Bu maç burada bitmez.”
Ya siyasetten, devletten, bütçeden bi haber; ya da bizi öyle zannediyor.
Birinin çıkıp; Yahu maç biteli altı ay oldu. Sen toplu sözleşme adı altında bitmiş maçın uzatmalarını oynadın, demeli.
Kamu Sen her ne kadar Memur Sen'le karşılaştırıldığında daha mücadeleci gözükse de, aslında oynadığı role pek giremedi de diyebiliriz.
Bunu 23 Mayıs günü alanlarda, meydanlarda, işyerlerinde çok açık gördük. Geçmiş hükümetin sendikası olmak bir yana AKP Genel Merkezlerinde Memur Sen'le bir olup ne pazarlıklar yaptıklarını çok net hatırlıyoruz. 
Gelelim bütün hükümetlerden uzak, emekten, emekçiden yana KESK'e...
...
Şimdi diyeceksiniz ki KESK; bu senaryosu kötü yazılmış, oyuncuları eğitimsiz, seyircisi isteksiz tiyatro oyununun neresinde?
Başrolde...
Evet, hiç abartmıyorum KESK bu orta oyununda başrolde yer almak zorunda kalmıştır. Zorunda kalmıştır çünkü toplu sözleşme başlar başlamaz masayı terk etmeye kalksa hemen; "Bakın bunların niyeti başka." denerek eleştri konusu olacak ve kamu çalışanları ile irtibatı büyük oranda kesilecekti. 
KESK işte bu noktada taktik bir tutumla toplu sözleşmelere katılmış ve başrolde yer almıştır. 
Buraya kadar tamam, ama ya bundan sonra?
Ben Memur Sen'den ve Kamu Sen'den daha mücadeleciyim kamu çalışanları bunu fark edip gelsin bana üye olsun diye bekleyecek mi KESK?
Eğer KESK bunu derse çok büyük bir hata yapar. 
Şimdi KESK, toplumun umudu olmanın sorumluluğu ile davranmalı ve sadece kamu çalışanlarının değil; işçisi, köylüsü, küçük esnafı, yoksulu ile herkesi kucaklamalıdır.  
Şimdi KESK bu kötü tiyatro oyununda aldığı başrol ile tekrar sahneye çıkmalı ve yılların birikimiyle, eşsiz bir oyunla seyirciyi isteklendirmeli ve herkesi bu oyunun bir parçası, öznesi yapmalıdır. 
Nasıl?
Toplu sözleşme sürecinde hükümetin vereceği zam oranının yüzde dört artı dördü geçemeyeceği malumdu.
Çünkü hükümet her yılın Aralık ayında bir bütçe belirliyor.  
İşte o zaman maç oynanıyor, skor belirleniyor ve şampiyon ilan ediliyor.
Sağlığa, eğitime, faize, sermayeye verilecek teşvike varana kadar, kime ne kadar pay ayrılacak; bir bir belirlenip meclisten geçiriliyor.
O halde KESK şimdiden 2012 Aralık ayında, bütçe belirlenirken, final yapacak bir mücadele programı belirlemelidir. 
Programda KESK üyesi olsun olmasın bütün kamu çalışanlarının sürece aktif katılımını sağlayacak tarzda, yani kamu çalışanlarını seyirci olmaktan çıkaran ve işin öznesi yapacak bir propaganda sürecini başlatmalıdır. 
Kamu çalışanları bütçe belirlenirken sahaya çıkmalı ve ter dökmeli...
Bütçeden kime ne kadar pay ayrılıyor, kamu çalışanları bu işin neresinde, yoksullar, köylüler, küçük esnaf ne alıyor, sermayeye ayrılan kaynak ne kadar, hepsini bir bir gündeme taşımalı, konuşmalı tartışmalı.
Tartışma günü birlik olmamalı; bir plan-program çerçevesinde ve varacağı muhtemel noktayı da işaret eden tarzda yürütülmeli...
Ve denmeli ki; 2012 Aralık ayında bütçe görüşülürken, kamu emekçilerine, yoksullara, işçiye, köylüye, küçük esnafa yeterli bütçe ayrılmazsa Greve gidiyoruz...
Hem de bir iki günlük uyarı grevine değil, hak alınıncaya kadar sürecek bir greve... 
...
Bu gün hakem kurulunda ‘şu oldu bu oldu’yu bırakıp dersimize çalışmalıyız.
Bütün işyerlerini 2012 Aralık ayında başlayacak greve hazırlamalıyız.
Nasıl bir Grev?
Bu grevde genel merkezlerin karar alması ile gidilen bir iki günlük uyarı grevlerinden vazgeçerek başlamalı işe.
Tek tek her işyerinde grev gündemli tartışmalar yürüterek, grev komitelerini kurarak, o işyerinde çalışan emekçilerin( sendika üyeliği ayrımı gözetmeden) yapılacak grev oylamasına katılması sağlanarak ve greve evet diyenlerin sayısının yarıdan bir fazla olması durumunda grevi o ilan ederek, duyurarak, askıya çıkararak.
Her iş yeri bu tartışmadan çıkan sonucu “Belirtilen taleplerin kabul görmemesi halinde… tarihinde gidilecek greve…” ilişkin kararını tek tek ilan ederek, adım adım gidilmeli greve.
Grevin ayak sesleri duyulmalı, duyanlar; emekçi ise heyecanlanmalı-sevinmeli; sermayedar ise ürkmeli-korkmalı-tedirgin olmalı…
Her gün bir haber çıkmalı; … iş yeri greve evet dedi veya… işyeri grev oylaması % 45 te kaldı ikna çalışmaları devam edecek ve haftaya tekrar oylama olacaktır, gibi…
Bütün işyerlerinde oylamalar bittiğinde ve tüm kamu emekçileri grevin sıcaklığını duyumsadığında, ikna olduğunda, gidilmeli greve…
Hak alınıncaya kadar sürecek olan Greve...
Sağlıcakla…