15 Mart 2012 Perşembe

Hastane önünde yüz bin muallim.


Bu gün ülkenin dört bir yanında, yüz bine yakın öğretmen hasta(!) oldu.
Dün bu öğretmenlerin bir telaşı daha vardı: Hastalıklarına sebep mevzuyu öğrencilerine bir lisanımünasiple nasıl anlatacaklardı, onu düşündüler.
Anlayabilecek yaşta ki öğrencilerin öğretmenleri izah ettiler konuyu, dilleri döndükçe.
Ama ya anlayamayacak kadar küçük olanlar?
İşte onlar için dün, on binlerce öğretmen son dersinin, son dakikalarında çocuklarına şöyle seslendi: “Çocuklar yarın ben hasta olacağım ve okula gelemeyeceğim. Size beni hasta edenin ne olduğunu şu an için anlatamıyorum. Ama şunu çok iyi bilin ki; sizin daha aydınlık bir geleceğiniz olsun, diye hastalanacağım. Ailelerinize söyleyin de sizi yarın okula göndermesinler.”
Yaşı yedi ila on bir arasında olan on binlerce öğrenci, öğretmenlerini hasta edecek olan etkenin ne olduğunu, büyük ihtimalle, anlayamadılar. 
Eve gidip annelerine-babalarına öğretmenlerinin sözlerini aktardılar. Ve eğer anne babaları onlara yarın öğretmenlerini hasta edecek olanın ne olduğunu, doğru anlatı ise, ilerde şöyle diyecek o öğrenciler: “Benim öğretmenim gerçekten de benim aydınlık bir geleceğe sahip olmam için çaba göstermiş.”
Fakat bir gerçek var ki oda: bu akşam ana haber bültenlerinde, yüz bin öğretmeni hasta eden etkenin doğru anlatılmama ihtimali ve öyle olursa, ki büyük ihtimalle öyle olacaktır, ardından birde ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ ve ‘Fatmagül’ün suçu ne?’ geldi mi geçmiş olsun…
İşte öyle bir durumda belki de yüz binlerce veli, çocuklarının öğretmenlerinin neden hastalandığını ya anlayamayacak, ya da yanlış anlayacak.
Bu yüz bin öğretmen bu ihtimalin de farkındaydılar ve buna rağmen hasta(!) oldular.
Çünkü onlar Rıfat Ilgaz’ın, Fakir Baykurt’un meslektaşları idiler. Onlar köy enstitüleri efsanesine inanmış, Eğitim Sen üyesi öğretmenlerdi.
Oturdular konuştular. Eğitim sen üyesi olan olmayan her öğretmenle tartıştılar konuyu. Dün binlerce öğretmen odasında yarın hasta olmanın gerekli olup olmadığı üzere fikir yürütüldü. Kimi: Ne vizitesi direk iş bırakalım, dedi. Kimi: Viziteye çıkalım, dedi. Kimi: Anlamazdan geldi. Kimi: Anladığı halde korktu. Kimi: Korktu ama yine de anladı ve hak verdi. 
Geldik bu güne...
Bu gün ülkenin dört bir yanında yüz binin üzerinde öğretmen alanlara çıktı, yürüyüşler basın açıklamaları yaptı.
Onları hasta eden etkenin tıbbın tanımladığı bir virüs veya bakteri olmadığını, hasta eden şeyin;  hükümetin ısrarla çıkarmaya çalıştığı “4+4+4” diye ifade edilen kesintili eğitim sistemi olduğunu anlatmak istediler kamuoyuna…
4+4+4 Nasıl sunuldu?
“Eğitimi kademelendireceğiz ve ilk dört yıl okuyan çocuklar isterlerse ailelerinin yönlendirmesi ile eğitimlerine açık öğretimle devam edebilecekler.”
Neden?
Bu bir ihtiyaçtır, dendi.
Çünkü sekiz yıl okula giden ve yaşı onbeş olan çocuklar dini eğitim almak istemiyorlar.
Konunun özü bu mu?
Evet, bu önemli bir gerekçe ama tek gerekçe değil.
Bir ikinci gerekçe ise yine onbeş yaşına gelmiş kız çocuğunu istemediği biriyle evlendirme konusunda ailelerin yaşadığı güçlükler.
Başka?
Birde çıraklık meselesi var. Onbeş yaşından sonra çırak olmak istemiyor çocuklar.
İşte yüz bin öğretmeni aynı anda hasta eden etken buydu.
Peki tedavisi?
Bu hastalığın etkeni tıbben tanımlanmış bir bakteri değilse tedavisi de ilaçla iğneyle olmazdı.
Belli ki hastalığa sebep olan etken, hükümet eliyle, bir kesimin memnun edilmeye çalışılması…
Peki, biz memnun oluyor muyuz?
Hayır?
Bu gün alanlara çıkan yüz bin öğretmen de memnun olmadılar ve tedaviyi de yine kendileri buldular.  
Bu hastalığın tedavisi, alanlara çıkmaktı, çıktılar.  
Bu hastalığın tedavisi, 4+4+4 ile eğitim sisteminin kesintili hale getirilmesine karşı olmaktı, karşı oldular.
Bu hastalığın tedavisi, “Bilimsel, Çağdaş, Laik, Demokratik Eğitim.” diye haykırmaktı, haykırdılar.
Yeterli mi?
Değil elbette, tedaviyi ısrarla ve düzenli bir biçimde uygulamak gerek.
Ne zamana kadar?
Tedavi sonuç verinceye kadar…
Yani hastalık etkeni ortadan kaldırılıncaya kadar…
Bu mümkün mü?
Bence mümkün.
Nasıl?
Bu gün Eğitim Sen’in çağrısı ile yüz bin öğretmenin duyarlılık gösterdiği bu etkene, yasa meclis gündemine geldiğinde başta KESK üyesi kamu emekçileri olmak üzere; emekten, demokrasiden yana tüm bireylerin tepki vermesi ile…
Ne diyorduk sloganda; Kurtuluş Yok tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz…
Sağlıcakla 

Hiç yorum yok: