Bu gün ülkenin dört bir yanında, yüz bine
yakın öğretmen hasta(!) oldu.
Dün bu öğretmenlerin bir telaşı daha vardı: Hastalıklarına sebep
mevzuyu öğrencilerine bir lisanımünasiple nasıl anlatacaklardı, onu düşündüler.
Anlayabilecek yaşta ki öğrencilerin öğretmenleri izah ettiler
konuyu, dilleri döndükçe.
Ama ya anlayamayacak kadar küçük olanlar?
İşte onlar için dün, on binlerce öğretmen son dersinin, son
dakikalarında çocuklarına şöyle seslendi: “Çocuklar yarın ben hasta olacağım ve
okula gelemeyeceğim. Size beni hasta edenin ne olduğunu şu an için
anlatamıyorum. Ama şunu çok iyi bilin ki; sizin daha aydınlık bir geleceğiniz
olsun, diye hastalanacağım. Ailelerinize söyleyin de sizi yarın okula
göndermesinler.”
Yaşı yedi ila on bir arasında olan on binlerce öğrenci,
öğretmenlerini hasta edecek olan etkenin ne olduğunu, büyük ihtimalle,
anlayamadılar.
Eve gidip annelerine-babalarına öğretmenlerinin sözlerini
aktardılar. Ve eğer anne babaları onlara yarın öğretmenlerini hasta edecek
olanın ne olduğunu, doğru anlatı ise, ilerde şöyle diyecek o öğrenciler: “Benim
öğretmenim gerçekten de benim aydınlık bir geleceğe sahip olmam için çaba
göstermiş.”
Fakat bir gerçek var ki oda: bu akşam ana haber bültenlerinde, yüz
bin öğretmeni hasta eden etkenin doğru anlatılmama ihtimali ve öyle olursa, ki
büyük ihtimalle öyle olacaktır, ardından birde ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ ve ‘Fatmagül’ün
suçu ne?’ geldi mi geçmiş olsun…
İşte öyle bir durumda belki de yüz
binlerce veli, çocuklarının öğretmenlerinin neden hastalandığını ya
anlayamayacak, ya da yanlış anlayacak.
Bu yüz bin öğretmen bu ihtimalin de farkındaydılar ve buna rağmen
hasta(!) oldular.
Çünkü onlar Rıfat Ilgaz’ın, Fakir Baykurt’un meslektaşları idiler.
Onlar köy enstitüleri efsanesine inanmış, Eğitim Sen üyesi öğretmenlerdi.
Oturdular konuştular. Eğitim sen üyesi olan olmayan her öğretmenle
tartıştılar konuyu. Dün binlerce öğretmen odasında yarın hasta olmanın gerekli
olup olmadığı üzere fikir yürütüldü. Kimi: Ne vizitesi direk iş bırakalım,
dedi. Kimi: Viziteye çıkalım, dedi. Kimi: Anlamazdan geldi. Kimi: Anladığı
halde korktu. Kimi: Korktu ama yine de anladı ve hak verdi.
Geldik bu güne...
Bu gün ülkenin dört bir yanında yüz binin üzerinde öğretmen
alanlara çıktı, yürüyüşler basın açıklamaları yaptı.
Onları hasta eden etkenin tıbbın tanımladığı bir virüs veya
bakteri olmadığını, hasta eden şeyin; hükümetin ısrarla çıkarmaya
çalıştığı “4+4+4” diye ifade
edilen kesintili eğitim sistemi olduğunu anlatmak istediler kamuoyuna…
4+4+4 Nasıl sunuldu?
“Eğitimi kademelendireceğiz ve ilk dört yıl okuyan çocuklar isterlerse
ailelerinin yönlendirmesi ile eğitimlerine açık öğretimle devam edebilecekler.”
Neden?
Bu bir ihtiyaçtır, dendi.
Çünkü sekiz yıl okula giden ve yaşı onbeş olan çocuklar dini
eğitim almak istemiyorlar.
Konunun özü bu mu?
Evet, bu önemli bir gerekçe ama tek gerekçe değil.
Bir ikinci gerekçe ise yine onbeş yaşına gelmiş kız çocuğunu
istemediği biriyle evlendirme konusunda ailelerin yaşadığı güçlükler.
Başka?
Birde çıraklık meselesi var. Onbeş yaşından sonra çırak olmak
istemiyor çocuklar.
İşte yüz bin öğretmeni aynı anda hasta eden etken buydu.
Peki tedavisi?
Bu hastalığın etkeni tıbben tanımlanmış bir bakteri değilse
tedavisi de ilaçla iğneyle olmazdı.
Belli ki hastalığa sebep olan etken, hükümet eliyle, bir kesimin
memnun edilmeye çalışılması…
Peki, biz memnun oluyor muyuz?
Hayır?
Bu gün alanlara çıkan yüz bin öğretmen de memnun olmadılar ve
tedaviyi de yine kendileri buldular.
Bu hastalığın tedavisi, alanlara çıkmaktı, çıktılar.
Bu hastalığın tedavisi, 4+4+4 ile eğitim sisteminin kesintili hale
getirilmesine karşı olmaktı, karşı oldular.
Bu hastalığın tedavisi, “Bilimsel, Çağdaş, Laik, Demokratik
Eğitim.” diye haykırmaktı, haykırdılar.
Yeterli mi?
Değil elbette, tedaviyi ısrarla ve düzenli bir biçimde uygulamak
gerek.
Ne zamana kadar?
Tedavi sonuç verinceye kadar…
Yani hastalık etkeni ortadan kaldırılıncaya kadar…
Bu mümkün mü?
Bence mümkün.
Nasıl?
Bu gün Eğitim Sen’in çağrısı ile yüz bin öğretmenin duyarlılık
gösterdiği bu etkene, yasa meclis gündemine geldiğinde başta KESK üyesi kamu
emekçileri olmak üzere; emekten, demokrasiden yana tüm bireylerin tepki vermesi
ile…
Ne diyorduk sloganda; Kurtuluş Yok tek Başına Ya Hep Beraber Ya
Hiç Birimiz…
Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder