27 Kasım 2007 Salı

SAĞLIK HAKKIMIZ VE GELECEĞİMiZ

Sağlıkta dönüşüm programının en önemli kısmı anlamında olan ve hükümetinde siyasi olarak büyük yatırımlar yaptığı Aile Hekimliği tartışmaları sürüyor. O kadar ki geçen haftada yazdım, sağlık ocakları adeta bu konuyla yatar kalkar oldu. Dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz. Anlatmaya da devam edeceğim çünkü bu konu oldukça önemli ve bir o kadarda yakıcı. Halka her ailenin bir hekimi olacak denerek şirin gösterilmeye çalışılan bu sistemin aslında paran kadar sağlık anlamına geleceğini ve ülkemizin sağlığının tüccar mantığı ile hareket eden özel sağlık kuruluşları ile sigorta şirketlerinin insafına bırakılacağı çok açık. Bu güne kadar olan yazılarda aile hekimliğinin ülkemizde yaşanması muhtemel olumsuzlukları üzerine durduk. Bize verdikleri cevap hemen tüm Avrupa ülkelerinde bu sistem uygulanıyor ve bu sistem çağdaş bir sistemdir. Söylemlerini inceleyelim.ingiltere: Bu ülkede aile hekimleri evde veya muayenehanesinde hasta bakar ve uygulamalarını ya özel muayenehanesinde yada kamudan(sağlık ocağından) kiraladığı bir odada yapar. Sistem günümüzde özellikle koruyucu hizmetler ve sevklerle ilgili ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bazı kötü tanı almış (örneğin kanserli) hastalar kendilerine bakacak aile hekimi dahi bulamamaktadır. (Aksakoğlu 1995) ingiltere’de bir dönem kendi bütçesi olan aile hekimleri de yaratılmak istenmiş ancak başarılı olunamamıştır. Aile hekimliği uygulaması ingiltere’de hiçbir zaman bir ekip çalışmasına gidememiş, tedavi edici hekimlik üzerine kurulu yalnız bir hekim modeli olarak kalmıştır. (Baggot 2000)Almanya: Aile hekimliği sosyal sigorta ile bağlantılı olması nedeniyle aşırı ve gereksiz kullanıma açık, oldukça pahalı bir sistem yaratmıştır. Aile hekimleri koydukları tanı ve yaptıkları girişimlere karşılık belli puanlar toplayan ve bu puanların karşılığında para kazanabilen mekanik bir kitle haline gelmiştir. Doğal olarak bazı hastalıklar veya hastalar puan olarak değersiz olduğunda aile hekimlerinin ilgisini çekmemektedir. Almanya’da ödemelerin verilen hizmet başına yapılması ve sistemin sigorta sistemi ile finanse edilmesi sağlık harcamalarını gereksiz yere arttırmaktadır.(Roemer 1991) ABD: Aile başlangıçta örgütlü olarak oluşturulmamış, sağlıkta amaçlanan kara dayalı karmaşa ortamında kendiliğinden yerini almıştır. Başlangıcı kovboylar dönemindeki kasaba hekimlerine yada altın madenlerinde veya demiryolu inşaatlarında çalışan şirket hekimlerine dayanır. (Mc Kenzie 2002) 2. Dünya savaşı gelişen sosyal devlet döneminde ise hastane uzmanı ile bağlantılı sağlık sigortasından finanse edilir konumda, sözleşmeli olarak çalışmaya başlamıştır. Günümüzde ABD’de aile hekimliği modeli aşırı uzmanlaşma ve hastaların sınırsız istekleri karşısında önemini kaybetmiştir. (Konver 1990)Kanada: Uzun süredir sigorta sistemi ve aile hekimliğini bir arada götürürken artık tıkanmışlık yaşanmakta, aile hekimleri tüm dünyada olduğu gibi sadece kendine başvuranlara bakan, poliklinik yoğunluklu bir uygulama olarak gerçekleşmektedir. Hastalar yoğunluk ve niteliksiz hizmet nedeniyle zorunlu olmadıkça hekime gitmemeye çalışmakta, sık sık aile hekimlerini değiştirmeye çalışmaktadır. Bulgaristan: 1999 dan sonra Dünya Bankasının isteği ile girdiği aile hekimliği sitemi ile tam bir çıkmaza saplanmış durumdadır. Artık Bulgarlar hastaları müşteri, aile hekimlerini ise şahıs tüccarı olarak isimlendirmektedir. Aşı oranları düşmüş, diş sağlığı hizmetleri ise sigorta teminat paketinden çıkarılmış durumdadır.(Kapaklı 2003)Yukarda verdiğim örnekler Tıp Dünyası dergisinin çeşitli bilim adamlarının bu ülkelerde yaptıkları araştırmalarda vardıkları sonuçları özetliyor. Yine örneklerden de anlaşılacağı gibi aile hekimliği uygulaması artık önemini kaybetmiş, işlemez hale gelmiş en önemlisi de pahalı bir sitemdir. Bulgaristan’ da yaşananların aynısı ülkemizde de Dünya Bankası ve IMF nin dayatmaları ile yaşatılmaya çalışılmaktadır. Aile hekimliğinden daha da önemli ve asıl karşı çıkılması gereken Genel Sağlık Sigortasıdır. Aile hekimliği sistemini finanse etmek için düşündükleri sigorta modeli. Hükümet her ailenin hekimi olacak diyerek tribüne oynarken bunu söylememeye özellikle dikkat ediyor. Bizler sağlık çalışanları ve Manisa halkı olarak bu uygulamaya karşı olmalı ve derhal bu sistemden vazgeçilmesini istemek durumdayız. Bizim ülkemiz şartlarına uygun sağlık ocakları çok az destekle daha iyi işler hale getirilerek birinci basamak sağlık hizmetinin sorunları çözülebilir. Ancak sağlık ocağı sistemi döner sermaye ile, yeterince kaynak ayrılmaması ve yeterli sağlık çalışanı bulundurulmaması nedeniyle olumsuz bir sistemmiş gibi görünmesi sağlanmıştır. Gerçek olan sağlık ocağı modeli ile genel bütçeden masrafların karşılanması ve yeterince sağlık çalışanı istihdamı ile bu konu halledilebilir. Sağlık çalışanları ben ne olacağım demekten vazgeçmeli ve biz ne olacağız demelidir. Manisa halkı hiçbir ayrım gözetmeden ve hiçbir yönetmelik ve yasayı aramıza koymadan kamu çalışanı, özel sektör çalışanı- işçi, işsiz- sendikalı, sendikasız- çocuk, yaşlı- öğretmen, öğrenci- doktor, hasta- zengin, fakir- okumuş, cahil- şucu, bucu. Kendi içinde bir zenginliği ortaya koyabilmeli ve farklılıkları ile bu güzelliği yaratabilmeli. Haydi hep birlikte aile hekimliğine hayır diyelim, sağlığımıza ve geleceğimize sahip çıkalım.Sağlıcakla...

26 Kasım 2007 Pazartesi

GOLASTRAN TUTACAK

Elindeki küçük kağıtla oldukça mahcup, ne yapacağını bilemez bir halde kafasını kapıdan uzattığında, duruşundan, vücudunun kendisine direndiğini ve içeri girmek istemediğini zannederdiniz.
-Buyur amca. Denmesiyle geçicide olsa kendine güven duymuş ve içeri girebilmişti.
Elinde tuttuğu kağıdı işaret ederek uzattı.Kenarlarından özensizce koparıldığı belli olan buruşuk çizgili kağıt terden ıslanmış, yazısı çok zor okunur haldeydi. Zorlada olsa okundu. “Golastran tutacak.” Yazının zorda olsa okunması yüzünde derin bir rahatlama sağlamıştı ihtiyar adamın. Ne istediğinin anlaşılacağı ile ilgili bir rahatlamaydı bu.
Ancak sağlık görevlilerinin hiç biri yazının ne anlama geldiğini anlamamışlardı ve kendisi de ne istediğini anlatacak kadar Türkçe bilmiyordu.
Kağıt bir iki kişi tarafından okunduktan sonra, “Sen yanında Türkçe bilen biri ile gel dendi Türkçe.”
Anlayıp anlamadığını anlayacak vakit yoktu ve sırada bekleyen hastalarda homurdanınca sırtı sıvazlandı ve gitmesi gerektiği işaretle anlatıldı.
Yaşlı adamın gidişi ile az önce yaşanan anlaşmazlık, günlük hasta yoğunluğu ve yapılacak işlerin telaşı ile unutuluverdi.
Öğleden sonra hastaların dolaysıyla da işlerin azalması ile biraz oturmaya fırsat bulan sağlık görevlileri masanın üzerinde yaşlı adamdan kalma buruşuk kağıt parçasını gördüler. İçlerinden biri kağıdı diğerlerine göstererek ne yazdığını çözüp çözemediklerini sordu. Kendisi çözmüştü çünkü. Golastran, kolesterol, tutacak da, bakılacak anlamına geliyordu. “Kolesterol bakılacak.” Demek istemişti yaşlı adam.
********************************************************************************************
Orta yaşlı kadın elinde sağlık karnesi ile poliklinik önünde bir süre beklemiş ve numaratörde kendi numarasını görünce içeri girmişti.
Doktor, -Buyurun ne vardı?
-İlaç yazdıracaktım.
Doktorun bu aralar duymayı isteyeceği en son cümle buydu herhalde. Hiç hoşlanmıyordu bu tür isteklerden, şimdi akşamın bu saatinde üstelik birde hasta halde tuttuğu bu nöbette anlatmak zor gelmişti. Böyle bir şey istemeye hakkı olmadığını, tıp fakültesini onun ilaçlarını yazmak için bitirmediğini. Asıl işinin onu muayene ettikten sonra gerekli ilaçları, hangisini uygun görürse, kendisinin yazması gerektiğini.
Ama hem hasta halde nöbet tutmanın hem de bu durumu anlatmanın güçlüğü aklına gelince vazgeçti.
-Ne ilacı yazdıracan?
-Grip ilacı. İşte bu.
Gösterdiği ilaç ağır bir antibiyotikti ve gripte kullanılmazdı. Kaldı ki hastanın grip olup olmadığı da belli değildi. İyice canı sıkılmıştı.
-Bu ilaç grip ilacı değil. dedi.
-Bana bu ilacı dediler.
Kim dedi niye dediyse bu ilaç doğru değildi ve hasta ile anlaşmak gittikçe güçleşiyordu. Son bir çırpınışla.
-İstersen seni muayene edeyim.
-Muayene olmaya hakkım var mı?
-Ne demek tabi ki.
-Ne bilim ben muayene etmiyorsunuz diye düşündüm. Hangi ilacı yazdıracağımı da bilemeyince komşuya sordum. Bu ilacıda komşu söyledi.
Bu konuşmadan sonra doktor hastaya muayene etmeye hakkı olduğunu anlattı ve hasta o gün nöbete kaynanası dahil olmak üzere dört akrabasını muayene ettirmek için getirdi. Onlara şunu söylüyordu “Sağlık ocağındaki doktor hanım muayene ediyor.”
Doktor o nöbetten sonra on yılın üzerindeki hekimlik tecrübesine bir yenisini ekledi.
“Hastalar muayene olma haklarının olduğunu bilmiyor olabilirler.
Sağlıcakla…

18 Kasım 2007 Pazar

HASTA MI, İNSAN MI?

Genellikle şöyle der doktor. “Size birkaç test yapmamız lazım. Kan, idrar, röntgen vs.” Tam o ara “Neyim var doktor?” sorusuna şu cevabı alırsınız. “Test sonuçların çıksın konuşuruz.”

Geçenlerde bir tıp dergisinde bir tıp doktoru şöyle yazmış. “Artık herkese aksi ispatlanıncaya kadar hasta muamelesi yapılıyor.”

Yazıyı okurken acaba haksız bir itham mı diye düşündüm. Hiçte haksız değil. Gerçektende son yıllarda insanlara “hasta” muamelesi yapılıyor. Öyle ki onca tetkikten sonra hastalığı çıkmayan kendini eksik hissediyor.

Hastanelere başvuran sayısı ile tetkik sayısı arasında oransal artış istatistiksel olarak ne durumda bilmiyorum ama şundan eminim son yıllarda bu oran çok fazla artmıştır.

Tetkik isteme sayısındaki artış hükümetin bile canını sıkıyor. Öyle ki bir takım önlemlerle bunu azaltmaya çalışıyor. Örneğin paket uygulama. Yine hastaneye başvuranlar bilirler (özellikle Celal Bayar Hastanesi) Doktor şöyle der. Sana şu tetkikleri yapmamız gerekiyor ama paketin doldu. Ya seni yatırıp bu tetkikleri yapacağız, ya cepten ödeyeceksin veya sonra gelip yaptır. Hatta şöyle bir uygulama bile duyduk. “Sana burada yapabileceğimiz tetkikleri yapalım. Sağlık ocaklarında yapılan şu tetkikleri de yaptırıp öyle gelin.”

Son günlerde sağlık ocaklarına başvuran vatandaşların elinde bu hastanelerden verilen tetkik istek kağıtları görmeye başladık.

Bu yazdıklarım hastaların ifadelerinden öğrendiklerim. Elbette hükümetlerin sağlık harcamalarında kısıntı yapması doğru değil, doktorlar her istedikleri tetkikleri yaptırabilsinler. Ancak sizce de bu tetkikler biraz abartılmadı mı?

Şimdi ben karikatürde ifade edildiği şekli ile doktorların kafa karıştırmak için tahlil istediğini düşünmüyorum. Ama burada bir yanlışlık, bir sakatlık olduğu kesin.

İNSEV (İnsan Sağlığı ve Eğitim Vakfı)’in bir sunumuna katılmıştım. Şöyle demişti eğitimci: “Hastalıkların önemli kısmı dört nedene dayanıyor. 1. Genetik faktörler 2. Kötü Beslenme(az-çok) 3. Hareketsiz Yaşam 4. Sigara. Bu dört faktörle yeterince mücadele edilirse çoğu hastalık ortadan kalkacaktır.

Şöyle düşünelim. Sigara içen hastasıyla bu anlamda ilgilenmeyen bir hekimin her seferinde solunum fonksiyon testi istemesi veya sürekli nefes açıcı ilaç vermesi ne kadar anlamlı görülebilir?

Sağlıkta yaşanan her türlü olumsuzlukta belki sağlık mesleklerine mensup olmamızdan kaynaklı şöyle bir refleks gösteriyoruz. Sağlıkta yaşanan olumsuzluklardan tamamıyla karar vericiler dolayısı ile de hükümetin sorumluluğunda olduğunu iddia ediyor ve kendi sorumluluğunuzu görmezden geliyoruz.

Unutmamamız gereken beklide en önemli nokta, sağlık hizmetini sunanlar olarak karar alıcılar kadar olmasa da, sorumluluğumuz var ve bundan kaçamayız.

Sağlıcakla…

12 Kasım 2007 Pazartesi

SAĞLIK HAKKI VE HASTA HAKLARI


SAĞLIK HAKKI VE HASTA HAKLARI

“Dün dünde kaldı cancazım, artık yeni şeyler söylemek lazım.”
Mevlana

Hakikaten de yeni şeyler söylemek, yeni fikirler üretmek kısacası çok çalışmak lazım çook.
Bu gün size sağlıkla ilgili yeni şeylerden ve yeni şeyler söyleyen birinden Dr Mustafa SÜTLAŞ’tan bahsedeceğim.
Hasta hakları konusunda Türkiye’de sayılabilecek birkaç kişiden biri. Hasta hakları derneği HAYAD’ın ilk kurucularından.
Sonra hasta hakları mücadelesinin sadece hasta şikayetleri noktasına gelmesi ve tıkanması ile yine yeni şeyler söylemek ve yeni açılımlar yapmak için “Sağlık Hakkı Hareketi Derneği” kurucusu ve halen başkanı.
Bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da ciddi bilgi eksiği olmasına aldırmadan canla başla çalışıp o eksiği kapatmaya çalışan bir işçi.
Sağlıkla ilgili yazı yazan ve okuyan biri olarak bir çok yazımda başvuru kaynağım olması nedeniyle oldukça önemli bulduğum ve önemsediğim biri.
Bu günlerde Manisa’da. “Sağlık Hakkı ve Hasta Hakları” ile ilgili bir dernek çalışmasına destek vermek için geldi. Birlikte ulaşabildiğimiz duyarlı kişi ve kurumları dolaşıyoruz. Her gittiğimiz yerde gazetede, televizyonda, dernekte, vakıfta, lokalde, lokantada anlatıyor. Oldukça sakin ama bir o kadar inatla.
Sağlığın bir hak olduğundan bahsediyor.
Sağlık hizmetlerinin, anayasamızda yazılı "sosyal devlet" ilkesi gereği “kamusal bir görev” olduğunu söylüyor.
Sağlık hizmeti ertelenebilir, yararlanmaktan vaz geçilebilir yada yerine başkası konulabilir bir hizmet değildir diyor.
Çünkü diyor dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de "sağlık hizmetleri" hızla ticarileştiriliyor ve özelleştiriliyor. Sağlığı ticarileştirme ve özelleştirme, sağlıklı yaşama hakkımızın daha çok ihlâline yol açmaktadır. Oysa "Sağlıktan ve özgürlükten" tasarruf edilemez.
Tamda bu nedenle mücadele yürütmekten, birlik olmaktan, dayanışmadan söz ediyor.
Tüm bu yaşanan olumsuz gelişmeler ve sağlıktaki yıkıma karşın mücadele yürütmek hastaların, hasta yakınlarının, sağlık hizmeti sunanların (sağlıkçıların) dolayısıyla da tüm toplumun görevidir.
Öyleyse hasta haklarını, ama beraberinde sağlık hakkını da savunan, kişiyi hasta olmadan, sağlıklı yaşam hakkına kavuşturmayı öncelik edinen bir birlikteliği oluşturmalı ve bu sistemi oluşturmak için birlikte mücadele yürütmeliyiz diyor.
Tüm dediklerini, dediklerimizi ete kemiğe büründürecek bir çalışmaya, öncülük etmek yol göstermek içinde Manisa’ya geldi fazla söz etmeye gerek kalmadan bir davet yetti gelmesi için.
Pazartesi gününden bu yana birlikte çalışıyoruz ve bu amaçla ulaşabildiğimiz tüm kurumlara, bireylere ulaşmaya çabalıyoruz.
Ulaştığımız tüm yerlerde yukarıda yazdığım çerçevede ne yapmak istediğimizi anlatıyoruz. Sonra bu çabaların somutlaştırılması amacıyla yapacağımız toplantıya çağırıyoruz.
Toplantımız 20 Kasım 2007 günü saat:19.00 da Eğitim Sen Manisa Şubesinde olacak.
Bu yazıyı okuyan ve bir şekilde bu çalışmaya katkı koyabileceğini düşünen tüm dostları da o toplantıya katılmaya çağırıyorum.
Yazıyı Mustafa SÜTLAŞ’ın bir sözü ile bitireyim.
"En az yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz."
Sağlıcakla…

SAĞLIK HAKKI VE HASTA HAKLARI

5 Kasım 2007 Pazartesi

SİZ HİÇ...


SİZ HİÇ…


Siz hiç bağırmaktan, slogan atmaktan, yürümekten yorulmuş ama mutlu olmuş elli bin kişiyi aynı alanda, aynı anda gördünüz mü? Ben gördüm. Geçen Cumartesi günü yani 3 Kasımda Ankara’da gördüm bu topluluğu. Nereden diye sorarsanız. Kendimden derim. Çünkü elli binden biride bendim. Cuma akşamı Manisa öğretmen evinden hareket eden sekiz otobüsten birinde de ben vardım. Hafif bir buruklukla gidiyordum Ankara’ya. İçimden daha önceki eylemler gibi sönük geçecek mi acaba diye düşünüyordum ve gerçeği söylemek gerekirse fazlada bir ümit yoktu içimde.Ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöken son olaylar, savaş çığlıkları ümitsiz olmak için yeterli idi. Öyle idik. Ama yol ilerledikçe daha ilk molada ufak ümit kıpırtıları dolduruyordu içimizi. Kula’da İzmir’den gelen dostlar bağışlamıştı bunu bize. Derken Ankara hipodroma otobüsümüzün giremeyişi ne kadarda mutlu etmişti hepimizi.Siz hiç trafik sıkışıklığından memnun olan 40 bin kişi gördünüz mü? Ben gördüm. Kendimden biliyorum. Kırk binden biri bendim. Hipodroma girişimiz geciktikçe umutlarımız daha da artıyordu.Sonra kortejler oluşturulurken, ses aracından yapılan anonslar “Arkadaşlar sığmıyoruz.” Sığmamanın sevinci…Siz hiç slogan atarken yüreğinden ses çıkan 50 bin kişi gördünüz mü? Ben gördüm. Sonra Sıhhiye meydanında yapılan anonslar “Arkadaşlar alana giriş yapamayan dostlarımız var. Lütfen omuzlarımız arasındaki mesafeyi kısaltalım.” Mutluluğumuz tarif edilemezdi.İşte tüm umutsuzlukların umuda kestiği beyazın en temiz hali bu rengârenk alanda idi ve KESK Genel Sekreteri Abdurrahman DAŞDEMİR tertip komitesi adına konuşuyordu.Günlerdir savaş nidaları bir karabasan gibi üzerimize çöktü diyordu. Günlerdir her yerde ölüm kutsanıyor, oysa ölüm çocuk büyütmeyi bilmez. İşte tam o anda elli bin kişinin hep yürek ağladığını hissettim. Siz hiç elli bin kişinin tek yürek olup kötü bir durumdan kurtulma ümidini görmenin mutluğu ile ağladığını gördünüz mü? Ben gördüm.Dönüş yolunda istisnasız herkesin yüzünde yorgunluk ve mutluluk gördüm. Çocuklarım, ülkem, geleceğim aklıma geldi ve 3 Kasım Ankara mitingini düzenleyen, katılan, katılamayan ama gönlü ile katılan herkese teşekkür ederim dedim. Siz hiç tüm barışseverlere ve bu yazıya ilham oldu diye Sezen AKSU’ya tek yazıda teşekkür eden birini gördünüz mü? Ben gördüm. Nereden mi? Kendimden. Sağlıcakla…

1 Kasım 2007 Perşembe

DOKTOR HANIM POFUDUK KİM?


Bu günlerde sağlık ocaklarına gittiyseniz fark etmişsinizdir. Sağlık ocağına işi düşen herkesin eline bir broşür tutturuluyor.
Broşürde “Aile Hekimliğine Geçiyoruz.” deniyor. Aile hekimliği gelince ne olacak falan.
Genel Sağlık Sigortasından bahsediyor mu diye uzun uzun inceledim. Yok.
Broşür baştan sona reklamcı mantığı ile hazırlandığından özellikle resimler insanda burası neresi gibi garip bir duygu uyandırıyor.
İlk resimde bir kız çocuğu annesi tarafından aile hekimine getirilmiş şekilde resmedilmiş. Ama çocuk hasta değil. Zaten doktorun dinleme cihazı kız çocuğunun oyuncak ayısı üzerinde.
Bu resimden yola çıkarak aile hekimliği modelinin Genel Sağlık Sigortası sonrası ile ilgili bir hikaye uyduralım.
Hikaye şu; evin prensesi, biz bu kıza Ayça diyelim. “Anne pofuduk(resimdeki oyuncak ayıya da bu isim yakıştı sanki) hastalandı.” diyor. Annesi de tüm duyarlılığı ile alıp ayıcığı kızı ile birlikte “Aile Hekimine” geliyor. (Aile hekimine de Nalan diyelim)
Anne,“Doktor hanım (veya Nalan) pofuduk hastalandı.” der. Yalnız bu sırada bir eliyle oyuncak ayıyı işaret etmez. Çünkü pofuduğun kim olduğu bilinmektedir.
Doktor Nalan, “Ya çok üzüldüm. Ayçacığım getir de pofuduğa bir bakalım.” der ve dinleme cihazı ile pofuduğu dinlemeye başlar.Buraya kadar her şey resmedildiği gibidir.
Sonra Dr Nalanın aklına pofuduğu kayıt etmesi gerektiği gelir ve Ayçaya dönerek “Söyle bakalım Ayça pofuduğun kimlik numarasını.” Ayça annesine bakar ve gözleri nemlenir.
Anne, “Nalancım pofuduğun kimlik numarası yok.” der.
Dr Nalan “Kimlik numarası yoksa kayıt yapamam. Kayıt yapamazsam Genel Sağlık Sigortası Primini ödeyip ödemediğini anlayamam. Hem yeni çıkan Türk Ceza Kanununa göre oyuncak ayı muayenesi hangi kapsamda ele alınıyor onada bakmam lazım.”
Ayçanın annesi hafiften sinirli bir tavırla “Dr Nalan, hiç oyuncak ayının kimlik numarası olur mu?” diye sorar.
Dr Nalan daha da sinirli bir şekilde gülümseyerek. “Üzgünüm kimlik numarası yoksa hele prim ödeyip ödemediğine bakamazsam pofuduğa bakamam. Hangi aile hekimine kayıtlı ise ona gidin.”
Ayçanın annesi Doktor Nalan’a sitem etmekle kalmaz. Seneye kayıt döneminde nasıl başka doktora kayıt olacağı tehdidini de savurur ve kapıyı çarpıp çıkarlar.
Dr Nalan “Paşa keyfiniz bilir. Hem kimlik numarası olmayan bir pofudukları var hem de güçlüler.” diyerek sıradaki hastaya geçer.
Sıradaki hastada Süleyman adında, beş yaşlarında bir çocuktur. Annesi çocuğun ateş, kusma, ishal şikayetlerinden bahsederken Doktor Nalan önce kayıt yapalım der. Süleyman’ın kimlik numarası vardır. Derin bir nefes alınır. Ancak Süleyman’ın babası Genel Sağlık Sigortası primini yatıramamıştır. Üstelik aylık geliri 127 YTL nin üzerindedir.
Dr Nalan “Üzgünüm der. Çocuğunuza bakamam. Genel Sağlık Sigortası Primi yatmamış.”
Süleyman’ın annesi “Doktor hanım çocuk çok hasta, ateşi var, kusuyor, üstelik ishal. Siz hele bir bakın ne gerekiyorsa yaparız.”
Dr Nalan “Üzgünüm az önce pofuduğa da bakmadım. Gerçi onun kimlik numarası bile yoktu. Sizin var. Ama prim ödeme şartı. Sigorta kurumunun talimatı böyle.”
Süleyman’ın annesi; “Doktor hanım pofuduk kim?.”
Hikayenin bundan sonrasını yazmayalım. Zaten sonrası da yok.
Yazının başında da belirttim. Bir olaya reklamcı gözüyle yaklaştığınızda durum oldukça aldatıcı ve abartılı olabiliyor. Yıllar önce bir margarin firmasının reklam sloganı “Özen gösteren anneler için.” Şeklinde idi. Yani eğer çocuklarınıza bu margarinden yedirirseniz “Özen Gösteren Anne” olursunuz. Oysa bir anne çocuklarına özen gösteriyorsa margarin yedirmemeye çalışmalıdır diyebiliriz. Ama reklamcılar işte böyle yaklaşabiliyorlar.
Sağlıcakla…