29 Eylül 2011 Perşembe

Bir hemşire ne zaman "Beyaz Melek" olur?

12 Mayıs 2011 -

Bugün 12 Mayıs Hemşireler Günü.

Sağlık alanının kuşkusuz en fedakâr meslek gurubudur hemşirelik.

Beyaz Melek olduğu iddia edilir.

Kız kardeş anlamındadır ve bizler küçükten beri alışığızdır ya kız kardeşlerimize her türlü eziyeti etmeye, hemşirelere de aynı çekinmezlikle yaklaşırız.

Bizlerden kastım erkeklerdir; eşlerdir, erkek ya da bayan idarecilerdir, kısacası ezme-ezilme ilişkisinin yaşandığı her işyeridir, evdir, sokaktır.

Her yerdir.

* * *


Hastanede her türlü angaryayı hemşirelere yıkarız.

Kırtasiye işleri, yatış, çıkış, tedavi…

Hastanın her türlü istek ve önerilerini hemşireler dinlemelidir.

Bir hasta yatacaksa ve serviste boş yatak yoksa bu hemşirenin suçudur, ona bağırılır.

Yatan hastalardan biri çıkarılacak ve onun yerine yeni hasta yatacaksa, çıkmak durumunda kalan hasta ve yakını da, yatışı geciken yeni hasta ve yakını da hemşireden bilir aksiliği ve ona hesap sorar.

Doktor hasta ile ilgilenmezse bu da hemşirenin suçudur.

Polikliniğe geç gelen veya erken ayrılan doktordan da hemşire sorumludur.

Hastanın yakınmalarını doktora iletirse eğer hemşire, yine suçludur…

Hemşireye kızılır, hemşire azarlanır…

* * *


Diyelim bir hemşire, ama tıp fakültesinde hemşire…

Olur ya, bir hoca bir hastanın yatağının değişmesini isterse ve yaparsa hemşire…

Diğer hoca hastanın yatağının değişmesinden memnun kalmazsa, talimatı veren kişiye değil, hemşireye kızar, hakaret eder.

Ve o tıp fakültesinde hemşire olan hemşirenin bu hakareti yutması, kabul etmesi beklenir.

Varsayalım, olmaz ya; o hemşire hakaret edenin Profesörlüğüne bakmadan hakkını aramaya kalkar ve şikâyet ederse.

O zaman o üniversitenin etik kurulu, etik nedir unutur ve şikâyet dilekçesini aylarca, aylarca savsaklar.

İşlem yapmamak için kırk dereden su getirir ve utanmadan o suyla değirmenler idare eder.

Sonra o hakaretçi Prof o tıp fakültesine dekan edilir.

İşte bu da olur…

Etik kurul erer muradına, hemşire çıkamaz kerevetine…

* * *


Hemşire, ama aile hekimliğinde hemşire, daha fena…

Burada meslek unvanı da elinden alınır hemşirenin ve “elaman” denir hemşireye…

Hemşire olmuştur eleman…

Elaman olur ama el aman çekemez hemşire.

Hem hastanın hem doktorun, el altındaki angarya elemanı oluverir hemşire…

Üstelik sözleşmeli, üstelik bir kat daha ezik bir elamandır hemşire…

***

Bir kene ta kırımdan bir kuşun sırtına binip Samsun’a gelse ve bir kişiyi enfekte etse, o enfekte olan kişiye müdahale etse bir hemşire ve hasta olsa…

Ne olur?

Kaç gün hasta olursa o kadar döner sermayesi kesilir hemşirenin.

Peki, o hemşire ölürse ne olur?

İşte o zaman “Beyaz Melek” olur hemşire…

***

Hemşire, kadın olduğu için ezilir.

Hemşire, eş olduğu için ezilir.

Hemşire, anne olduğu için ezilir.

Hemşire, geçim sıkıntısı yüzünden ezilir.

Hemşire, yoğun çalışma ile hasta olur döner sermayesi kesilir, yine ezilir.

Hemşire, eleman olur ezilir.

Hemşire, Ölür…

Ezilmez; “Beyaz Melek…” olur…

Sağlıcakla…

Bir tanemizdir… Metin öğretmen…

05 Haziran 2011

Yazıya ara vermiş, kendimi ülkenin seçim gündeminden mümkün olduğu kadar soyutlamışken…

Böyle bir karardan sonra kendini toplamak olağanüstü zorken öldürüldü Metin öğretmen…

Yeter bunaltınız beni… diyordu son sözlerinde… belki de bu bunalmaydı bana ara verdiren…

Ama Metin öğretmen benden farklı olarak; “Yeter…” diyerek giriyordu cümleye, yeter…

Ve adeta son dersini veriyordu…

Haklılığının savunusunu yapıyor, yılmıyordu…

Öldü…

Ama çok önemli bir şey yaparak öldü…

Karşı koydu, hesap sordu…

Yeter… dedi.

* * *


Öğretmen böyledir işte…

Nerede olursa olsun verir dersini.

Yürür üstüne, üstüne…

Dayanır sevda ile, yürek ile…

Öyle ki bazen yüreği dayanmaz durur.

Ama devam eder kurdun, kuşun hakkı olan suyu savunmaya…

Çünkü o bilir ki duran yüreği atmaya devam eder mazlumun, garibin, fukaranın gönlünde…



Öğretmen böyledir işte…

Yürek işçisidir ve ancak yüreği durursa, durur…

Aksi halde ders vermeye, yeter demeye devam eder her koşulda…

Hem de öyle bir iki kişi yapmaz bu yürek işçiliğini; onlarca ilde, yüzlerce ilçede, binlerce beldede ve on binlerce köyde yapabilir, Metin öğretmenin yaptığını…



Metin öğretmen Hopa’daydı, orada verdi son dersini…

Başka bir meslektaşı olsaydı orada, o da aynını yapardı…

Tıpkı Rıfat Ilgaz öğretmen gibi, Fakir Baykurt öğretmen gibi, Hasan Ali Yücel öğretmen gibi, Haydar Onursal öğretmen gibi…

Çünkü onlar ülkenin en bunalımlı anlarında, en ihtiyaç olan zamanlarda ülkenin yüz akı öğretmenleri oldular, olmaya da devam ediyorlar…

* * *


Ne diyordu başbakan “İçlerinden bir tanesi ölmüş. Üzerinde durmaya gerek duymuyorum.”



Gerçekte durum böyle değildir.

Durum tam aksidir.

Üzerinde ciddiyetle durmaktadır başbakan…

Hem de önemle, özenle…

Tam da üzerinde durduğu, orada yaşananları önemsediğinden böyle diyor işte…

Biliyor/anlıyoruz…

İşte Hopa’da ölen Metin öğretmen sadece bu nedenden dahi olsa başbakanın üzerinde durduğu “Bir Tanesidir.”

Bir Tanemizdir…

Sağlıcakla…

Ülkemin Bütün Ustaları; 8 Ekim'de Ankara'ya...

Kahve falımda çıkmadı ama biliyorum, yedi ekimde yola çıkacağım.

Sendikamla Ankara’ya...

Sekiz Ekim günü KESK, TTB, TMMOB ve DİSK’in ortaklaşa düzenlediği mitinge katılmak için.

Gerçi düzenleyici örgütler buna miting demiyorlar "Emekçilerin, Ezilenlerin Sokak Meclisi"ni kurmak için Ankara’dayız.” Diyorlar. Olsun, başım gözüm üstüne...

Öyle ya da böyle yol göründü. Hem emekçi hem ezilen olarak bende meclisin kuruluşunda bulunacağım.

KESK ve bağlı sendikaların merkez yöneticileri illeri dolaşıyor “8 Ekim”i anlatıyorlar. Neden böyle bir meclisi kurmak gerektiğini, hükümetin usta(!)laşmasından bahisle, bilince çıkarmaya uğraşıyorlar…

Gerçektende usta(!)laştı hükümet, eskiden kanunlar çıkarmak için meclisi kullanıyordu. Kanun görüşmeleri sürerken hareketleniyordu muhalefet ve çok olmasa da, geri çekmek zorunda bile kalıyordu kimi yasa taslaklarını…

Şimdi öyle mi?

Çıkarıyor Kanun Hükmünde Kararnameyi, bir bayram arifesinde dahi, halledebiliyor Kamu Hastane Birlikleri Yasasını.

Milletvekilleri de illerde basına kahvaltılar vererek, çıkan Kanun Hükmünde Kararnamenin, nasıl güzel(!) hükümler içerdiğini anlatıyorlar…

Dedik ya usta(!)laştılar… dediler ya usta(!)laştık diye…



Hükümet cephesi usta(!)laştı, tamam, peki biz?

Biz ustalaştık mı?

Ben bu konuda hiç ama hiç kötümser değilim. Bu birikimin ve azmin bu dört örgütte olduğuna gönülden inanıyorum.

Bunu 13 Mart beyaz eylemlerinden biliyorum.

Bunu tarihlerini, sayılarını ve isimlerini dahi unuttuğum onlarca eylemden, basın açıklamasından, mitingden, grevden biliyorum.

Her şeyin kötüye gittiği sokağın tenhalaşmaya başladığı, tüm umutların tükendiği zannedilen anda "Emekçilerin, Ezilenlerin Sokak Meclisi"ni kurmak için Ankara’dayız.” Diyen;

Kamu Emekçilerin tek gerçek SES’i KESK’ten,

On yılların Devrimci geleneği ile yoğrulan, işçilerin temsilcisi DİSK’ten,

Onurlu Mimar ve Mühendislerin yılmayan örgütü, mücadeleci TMMOB’tan,

Sağlık alanında hala “Herkese Eşit, Ücretsiz, Ulaşılabilir Sağlık.” diyen ve ülkenin yüz akı TTB’den biliyorum.

Bu örgütler bu eylemle bir şey daha söylüyorlar; bu meclisin oluşumu bir başlangıç.

Mücadelenin ilk adımı, arkasından gelecek olanın fırtına mı yoksa küçük bir esinti mi olacağını da o meclise katılanların iradesi belirleyecek...

Yani 8 Ekim'de, meclis toplandığında kürsüden "hoşgeldin" denecek ve o iradeyi gösterip göstermeyeceğimiz sorulacak... Mücadele azmimiz sorulacak. YÜRÜYELİM Mİ? denecek...




Ben o gün kürsüye Nazım Usta'dan şu mısralarla SES'leneceğim; Biz bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta… Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM…



Sağlıcakla...



Not: ÇAğrı metni için; http://www.kesk.org.tr/node/711 adresine bakılabilir...