27 Ocak 2014 Pazartesi

Paralel Manidarlıklar...

İddia ne?
Bu yazıyı benim yazdığım…
Doğru mu? Değil…
Evet, zaman zaman bu tür yazılar yazdığımı kabul ediyorum. Ancak öncelikle şunu belirtmeliyim ki, böyle bir kabul, asla ve kata benim bu yazıyı yazdığımı ispatlamaz.
Aksine, eğer ben...
Benim bu yazıyı yazdığıma dair iddialar olduğunu dillendiriyorsam, bunu görmek gerekir. 
Bunu anlamak gerekir. 
Buradan iddia sahiplerine sesleniyorum. 
Neden şimdi bu iddialarda bulunuyorsunuz?
***
Açık söyleyeyim, zamanlama manidardır.
İşte bu kadarda ağır konuşuyorum… 
Şimdi, madem böyle bir iddiaları vardı bu aklıevvellerin...
Neden daha önce bu iddialarını gerek Avrupa parlamentosunda gerek birleşmiş milletler asamblesinde dillendirmediler?
Soruyorum, dillendirmişler mi?
Eğer birisi çıkıp bunu Avrupa parlamentosunda veya birleşmiş milletler asamblesinde dillendirdik diyorsa, onları ispata davet ediyorum. 
Yok, eğer bu iddialarını ispat edecek durumda değillerse, evvela onlara sesleniyorum. 
Eyyy iddia sahipleri; ayıp ayıp...
***
Bakın, bende hem Avrupa parlamentosunun hem de birleşmiş milletler asamblesinin tutanakları var. Kim ne demiş, ne dememiş orada yazıyor. 
Misal ben orada bir konuşma yapmış mıyım?
Yapmamışım... 
Yapmamışsam ve dahi bir şey dememişsem, çıkıp ta bu tür iddialarda bulunmak ne demek oluyor?
Onlara soruyorum, siz kimin ipiyle kuyuya iniyorsunuz?
***
O kuyularla ilgili bizimde bildiklerimiz var...
İşte bu memleket, bu tür iddiaların dile getirilmesi, bu mesnetsiz söylentilerin çeşitli kanallara teşne edilmesiyle bu hale geldi.
Soruyorum bu gün kaç köşe yazarı, bu tür ithamlar nedeniyle yazamaz hale getirildi?
Çıkıp buna cevap versinler.
Ama biz bu yola klavyemizi sildikte çıktık...
Biz hiç bir zaman klavyesi kirlilerden, klavyesi tozlulardan olmadık, olmayız da...
Sen tutup hiç bir kimsenin inanmadığı bir iddia ortaya atıyorsun...
Açık seçik ifade edeyim; bu iddialara insanlar gülerler.
***
Bu ülke bu tür iddiaları ortaya koyanlara bu güne kadar ağzının payını verdi, bundan sonrada verecektir, bundan da kimsenin kuşkusu olmasın...
Bakın bir an için benim bu yazıyı yazdığımı kabul edecek olursak ki bunu asla kabul edemeyiz.
Kabul ederiz diyenler, kabul edebiliriz türü imalarda bulunanlar; açık söylüyorum, bu kişileri iyi niyetli bulmuyorum. 
Bakın bende şimdi, aha da şu anda; bu kişilerin benim paralel yapım oldukları ile ilgili bir his uyandı. 
Gerçi ben, bende bu hissin şimdi uyanmasını da çok manidar buluyorum, onu da söyleyeyim...
Daha önce bu yazıları yazdığım halde, şimdi bu yazıyı ben yazmıyorum diye inkâr...
Bak bak bak "inkâr" diyorum. 
Oysa az önce kati suretle reddediyordum. Şimdi işi inkâra kadar getirip, hafiften bir kabullenmeye yol alış seziyorum kendimde... 
***
İşte tüm bunlar harf lobisinin, ilham kulüplerinin işi…
Misal bunlar bir takım ithamlarında bu kadar ısrarcı olamasalar, ben kabullenmeye doğru bir yol alış içerisinde asla olmazdım.
Bu gidiş iyi bir gidiş değil sayın okurlar. 
Şimdi ben her şey bir yana; evet bu yazıyı ben yazdım desem, bunun ne bilimle, ne akılla, nede izanla bağdaşır bir yanı kalır mı?
Çıkıp ta "Madem bu yazıyı yazdığını sonunda kabul edecektin, ne diye işi Avrupa parlamentosuna, birleşmiş milletler bilmemnesine kadar vardırdın?" demezler mi?
Derler... 
Ancak bu diyenlere gereken cevabı bu yazımı okuyan ve yorum yazan okurlarım; gerek facebookda, gerek twitterda, gerek bilumum sosyal medyada vereceklerdir.
Sağlıcakla...

14 Ocak 2014 Salı

Gördük, Duyduk, Biliyoruz…

Akşamdı, evdeydik…
Yemeğimizi yemiş, kahvemizi içmiş, hafiften bir iç geçmesi ile gömülmüştük koltuğa…
Televizyon açıktı ve haberleri izliyorduk…
Gezi parkında AVM yapılmasına karşı çıkan ve bu nedenle çadır kuran insanların sabaha karşı çadırları ateşe verilmiş ve insanlar orantısız bir polis şiddeti ile karşı karşıya kalmışlardı.
Hayretler içerisinde kaldık, izledik.
Sırf ağaçlar kesilmesin, doğamızı yok etmeyin dedi diye, insanlara bu derece ağır şiddet uygulanması karşısında dehşete düştük…
Evet, insanlar sırf ağaçlara sarıldığı için dövülüyordu…
İş makineleri koca koca ağaçları yerinden söküyordu...
***
Ya koltuğun yumuşaklığına kendinizi bırakarak şekerlemenize devam edecektik, ya da şöyle bir doğrularak kendinize gelecek ve bir insan olarak bu haksızlığa tepki gösterecektik…
Sokağa çıktık, tencere, tava çaldık…
Şimdi neden çıktın, diye soruyorlar bize.
Bende tüm kamuoyuna soruyorum:
Çıkmasamıydık?
Ağaçları kesin, insanların çadırlarını yakın, dövün…
Biz sesimizi çıkarmayacağız mı deseydik?
Görmedik mi deseydik?
Demedik. Çünkü tüm bunlar yaşandı; GÖRDÜK…
***
Milyonlarca insan sokaklara çıktı, tepkilerini gösterdi.
Tam bu sırada birçok ilde ve Eskişehir’de eli sopalı insanlar belirdi sokaklarda.
Bu nasıl hukuk devleti?
Anayasada, yasalarda, uluslararası sözleşmelerde fikir ve ifade özgürlüğü tanımlanmış, ancak birileri sırf fikirlerini ifade ediyor diye eli sopalı kişilerce dövülüyor!
İşte bu eli sopalılar Ali İsmail Korkmaz’ı, 19 yaşında bir üniversite öğrencisini öldüresiye dövdüler…
Ali İsmail hastaneye başvurduğunda ona gereken ilgi gösterilmedi ve “Git karakoldan kâğıt getir.”  dendi.
Ve gencecik bir fidan, Ali İsmail 12 Haziran günü yaşama gözlerini yumdu.
Ali İsmail’i dövenler korundu, video kayıtları silindi…
Eskişehir valisi; “Arkadaşları dövmüştür.” dedi.
Babası Ali’nin resmini okşayarak ağlıyordu…
Sokağa çıktık…
***
Şimdi neden çıktın, diye soruyorlar bize. Bende tüm kamuoyuna soruyorum: Çıkmasamıydık?
Ali İsmail’in gözlerinin içine baka baka sussamıydık?
O çocuğun, o sokağın ortasında dövülmesi, dövenlerin korunması, bir babanın ‘oğluma pusu kurdular’ diye ağlaması, bizi ilgilendirmez mi deseydik?
Demedik. Çünkü tüm bunlar yaşandı; DUYDUK…
***
Ankara’da Ethem Sarısülük, sokak ortasında; Ali İsmail’in dövülmesine, ağaçların sökülmesine, işçi olarak yaşadığı haksızlıklara hayır dediği sırada, bir polis memuru tarafından vuruldu.
Vuran polis memurunun ismi günlerce açıklanmadı, vurulma anını görüntüleyen mobese kamerası, cinayeti görmemek için gökyüzüne doğrultuldu…
“Ethem zaten teröristi.” diye haber yaptı yandaş basın. Karakol inşaatında çekilmiş fotoğraf olduğu ortaya çıktı.
“Arkadaşları vurmuştur.” dediler utanmadan.
Vuran polise peruk, takma bıyık taktılar, mahkemeye getirirken…
Vuranı koruyan, vurulanı önemsemeyen bir atmosfer vardı ülkede…
Bizi ilgilendirmez mi deseydik?
Demedik.
Çünkü BİLİYORUZ…
Tüm bunları gördük, duyduk, biliyoruz...
Şimdi bizi toplamışlar sıkışık bir salona ve susmamanın hesabını alıyorlar…
Ne dersiniz, sussamıydık?

Sağlıcakla…