8 Ekim 2010 Cuma

Rezil olamayan reziller

Murathan Mungan “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” demiş.

Yıllarca rezil olmaktan korkmuş birisi olarak mesafeli yaklaşırdım oysa bu cümleye.

Çünkü öyle yetiştirildik. Küçükken en çok korkulan şeyin ele güne rezil olmak olduğu öğretildi bize.

Bir davranışımız aşırıya kaçınca, "El alem ne der?" diye sorar bizi vazgeçirirdi annem.

O nedenle rezil olmak çok kolaymış gibi gelir kontrollü yaşamaya özen gösterirdik.

Ama son sekiz on yılda yaşadıklarım fikrimi oldukça değiştirdi. Hele bu aralar tereddütsüz imza atabilirim Murathan Mungan'ın yukardaki sözüne..

Koca koca adamların yıllarca her konuda yalan söyleyip, gerdan kırarak mevki makam doldurduğunu gördüm çünkü.

Hatta aynı adamların hükümeti arkasına alıp sendika kurduğunu, sendikayı arkasına alıp makam edindiğine çok şahit oldum.

Bazen bu insanlara çeşitli toplantılarda söylediğim laflar benim yüzümü kızartır da onlar sırıtkanlıklarından zerre taviz vermezler, yarabbi şükür çekerlerdi.

Bir sağlık çalışanının arkadaşlarından, kocasının bilmem hangi hastaneye müdür yardımcısı olabilmesi için sendikalarını değiştirmelerini isteyebildiğini duydum. Ve bundan dolayı rezil olurum, beni menfaati için dilenen biri olarak görürler diye düşünmediğini öğrendim. Utandım.

Bir sendika başkanının, sendikasından istifa eden hemşireye telefon açıp bilmem hangi hastanede taşeron olarak çalışan eniştesini işten atmakla tehdit ettiği anlatıldı. İnsanlığımdan soğudum.

Bu kişi için hukuktan adaletten vazgeçtim, Allahtan dahi korkmuyor olmanın onca namaz niyazın arasında nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalıştım. Dumura uğradım.

Ben böyle yaparsam bana “Allahsız, vicdansız” derler, rezil olurum diye düşünmemesine şaşırdım.

Ve anladım ki; her şey olabiliyorsunuz, müdür, sendika başkanı, genel başkan tek bir şey olamıyorsunuz, rezil olamıyorsunuz.

Kimse karşınıza geçip yüzünüze tükürmüyor.

Helal olsun diyorlar işini biliyor...

Bir sendika hükümeti arkasına alıp üye kaydı yapıyor, mevki makam dağıtıyor, milletvekillikleri kovalıyor, sonra hükümet değişiyor bir başka sendika aynı şeyleri yaptı diye tutuyor onu hükümet yandaşlığı ile suçlayabiliyor ve aynı sendikanın üye sayısı yüz binden aşağı olmuyor.

Alın size tipik bir “Dinime küfreden bari Müslüman olsa” durumu.

Yerel medyada her gün eski hükümetin sendikası ile şimdiki hükümetin sendikası itişip duruyor, olan kamu çalışanlarına oluyor.

Bir yandan geçim sıkıntısı bir yandan gelecek kaygısı almış başını gidiyor.

Toplu görüşmelerde doksan dokuz kez sefalet zamları alınmış. Ama aynı memur yine o sendikaların kuyruğundan ayrılmıyor.

Sersefil oluyor, geçim sıkıntısı çekiyor, mücadele edeyim demiyor, şu davayı açtık bu davayı kazandık sığlığında kulaç atmakta olan sendikalara güç veriyor.

***


Rezil olunamayan bir yerde ar, hayâ, edep kelimeleri anlamsızlaşır, yerini; işini bilen, köşeyi dönen, gemiciğini yürüten lafları alır.

Bir kere gemicikler yürümeye başladı mı herkes meyleder, özenir. Ondan sonra kirlendikçe kirleniriz. Bir bakarsınız kendi kirinizin kokusu burun direklerinizi sızlatıyor.

Kırk kere banyo yapsanız yetmez, kokuşmuşluğunuz gitmez. Çünkü fiziksel bir kirlilik değil ki olan, iş beyinde, vicdanda cereyan ediyor.

Edip Cansever’in “Ne kadar zengin olsan da fakirliğin gitmez” dediği gibi, gitmez kokuşmanın verdiği mide bulantısı.

Sürer de sürer.

Ta ki taban kendi ayakları üzerinde durmayı başarıncaya kadar. Hakkına sahip çıkmak, hakkına razı olmak, hak etmek, sırasını beklemek, ar, haya, edep tekrar önemli ve vazgeçilmez olana kadar.

Ondan sonra başlar temizlenme. Başlar insanlık, başlar rezil olma korkusu…

Sürer de sürer.

Sağlıcakla…

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32163

Hiç yorum yok: