27 Ekim 2007 Cumartesi

YEM BORUSU ÇALDI

Gazetelerde televizyonlarda hemen her gün duyarız/izleriz. "Sağlıkçılara % 50 zam", "Öğretmene ek zam yolda.", "Memura zam müjdesi.", "Hekimlerin özlük haklarında ve ücretlerinde iyileştirme yapılacak." Vs, vs. Ama gerçekte bu haberlerin hemen hiç birinin gerçekleştiğini görmeyiz. "Memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz."in ne büyük yalan olduğunu en çok pazara yada alışverişe çıktığımız zaman anlarız. Bu türden haberler ister istemez bizlerde beklenti yaratır. Ekonomik durumumuzun düzelme ihtimali bizi o kadar rahatlatır ki, geçeriz televizyonun karşısına bekleriz. İş yerimizde konuşur kritik yaparız. "hadi bakalım inşallah" sonra malum iyileştirmeler bir türlü olmaz. Homurdanırız. Ümitsizliğe kapıldığımız , "olmayacak" dediğimiz anda yeni bir haber çıkar aynı türden. Beklentiler sil baştan alınır. Ümitlerimiz tekrar filiz verir kaldığı yerden. 1 Aralık iş bırakma eylemi öncesi ve sonrasında da en başta bahsettiğim türden haberler o kadar çoğaldı ki acaba dedik.
"Kartaca hükümdarı Anibal, Kartaca’dan İtalya’ya giderken yolda fırtına başlamış... Yolculuğun bu nedenle uzaması yüzünden geminin ambarındaki talimli ve terbiyeli atların yemi bitmiş... Atlar açlıktan huysuzlaşıp, çifte atmaya, kişnemeye ve ortalığı dağıtmaya başlamışlar... Çare düşünen komutanlar, acayip bir kurnazlık bularak, atlara "yem borusu" çalmışlar. Yem verileceğini düşünen atlar sakinleşip beklemeye başlamışlar... Zaten İtalya sahillerine yaklaşan gemiler yem borusunu birkaç kez daha çalarak durumu idare etmişler."(1)
Görünen o ki Anibal ve atları çok şanslı çünkü İtalya sahilleri yani yem bulma şansları yakın.Birkaç yem borusu ile durum idare edilmiş. Teşbihte hata olmaz ama bizim yem borularının bir kaçla ifade edilmesi pek mümkün değil. Birkaç deyince aklımıza yüz yada iki yüz gelmez. Üç dört demek daha akıllıca.
"Demokraside çareler tükenmez.", "Dün dündür, bu gün bu gündür." Cümleleriyle büyüyen bizlerin durumu açıklanır gibi görünmüyor. Toplumsal olayları açıklamak veya gidişatını kestirmek o kadar kolay değil. En azından tahmin bile etseniz yanılma olasılığınız çok fazla.Yakın dönemde gündemimizde olan, daha doğrusu gündemimizde olması sağlanan, olaylara baktığımız zaman "beyaz enerji", "mavi akım", "kırmızının solgunluğu" vs aklın almasına imkan yok. Daha doğrusu çıldırmamak içten bile değil. Yine de olanlara bakıp da ümitsizliğe kapılmamak lazım.
Dedim ya toplumsal olayları kestirmek o kadar kolay değil. Gerçekte var olan çelişkileri uzun süre gizlemek hiç kolay değil. Bir bakarsınız bir yerlerden çıkıvermiş. O zaman paniklersiniz, ne yapacağınızı şaşırır öylece kalıverirsiniz. Elbette "yem borusu" çalanların durumunu tahmin etmek zor olmaz. O talimli ve terbiyeli atlar birde bakarsınız ki gemilerinizi çifteliye çifteliye paramparça edivermiş. 1 Aralık eylemi öncesi en çok attığımız slogan "gemileri yaktık, geri dönüş yok!.." sloganıydı. Benzetmek gibi olmasın birden aklıma geldi.
Neyse konumuza geri dönelim. Dedim ya paniklersiniz, ne yapacağınızı şaşırır öylece kalıverirsiniz diye. İşte o zaman belki birbirinize sırf arkadaşlık olsun diye verdiğiniz o yüz binlerce doların aslında rüşvet olduğu gerçeğini insanlar kavrayıverir. Ve bunun hesabını sormaya kalkabilirler.şimdilerde pek uzak hatta imkansız gibi görünse de. Neden? Diye soracak olursanız, açıklayayım demeyeceğim. Memlekette olanların açıklanmaya ihtiyacı yok ki. Her şey o kadar açık seçik ortadaki görmemek mümkün değil. Batık bankalar, hortumlamalar, kredi yolsuzlukları, adam kayırma, rüşvet, gelir dağılımındaki uçurumlar, açlık, sefalet ücreti daha sayılabilecek bir çok konu... Ama çıt yok. Sanki yaşananlar Amerikan yapımı bir aksiyon filmi ve bizi hiç alakadar etmiyor gibi. Film icabı yani.
Geçenlerde bir sohbet ortamında emekli öğretmen bir büyüğümüzün okuma öğretme konusunda anlattıkları hayli ilginçti. "Okumayı her çocuğa öğretebilirsiniz, yeter ki zeka seviyesi çok düşük olmasın. İki ayda, üç ayda, bir yılda süre önemli değil. Eninde sonunda çocuklar okumayı öğrenir. Ama bu o kadar önemli değildir. Önemli olan okuduğunu anlamasını sağlamaktır. İşte asıl problemde burada, bizde insanlar okuduklarını anlayamıyorlar, anlayabilselerdi zaten bu durumda olamazdık." Evet, bence de can alıcı konu bu yani okumak, okuduğunu anlamak. Kıyaslamak, kuşku duymak, soru sormak ve olanlardan bir sonuç çıkarmak. İşte bu.... İşte bu... en kaba tabiriyle böyle bir değerlendirme sonuca ulaşmak için yeterli.
Bu konuyla ilgili daha çok şey yazılabilir, örnekte verilebilir ama daha fazla yazmama engel olan daha doğrusu kalemimde ki mürekkebi bitiren bir şey var. Değerli emekli öğretmen büyüğümüzün sözleri. Duydunuz mu?. Bakın, dikkatlice dinleyin. İşte, "YEM BORUSU ÇALDI!.." Yem borusu çaldı!.. Yem geliyor!.. mu acaba!?
(1) Öküz Dergisi/Ocak 2001

Hiç yorum yok: