27 Ekim 2007 Cumartesi

KARDEŞ VE SEVDALI

Bazen sözün tükendiği, yazının anlamsızlaştığı anlar vardır. Öyle bir anı yaşıyoruz.
Sadece sağduyuya ihtiyacımız var.
Sağduyulu bir suskunluğa, başka hiçbir şeye değil.
Susup bir birimizin yüzüne bakmaya.
Bakıp birbirimize sarılmaya.
Sarılıp hüngür hüngür ağlamaya.
Ağlayıp tüm içten gelen titreyişlerimizi bir birimize hissettirmeye.
İçten gelen ağlama dalgalarını bastırmadan, ağlamaya, ağlamaya, ağlamaya.
Ağlayıp arınmaya.
Acılarımızı yaşarken, bin yıldır kardeş, sevdalı olanların nasıl bin bir türlü oyunlarla bir birine düşman edilmeye çalışıldığını anlamaya.
Anlayıp tekrar birbirimize sarılmaya ve tekrar ağlamaya ihtiyacımız var, başka hiçbir şeye değil.
Kardeş hem de öyle böyle değil, kız alıp kız vermiş, birlikte oyunlar oynamış, halay çekmiş, sipere yatmış, söz etmiş, türkü çığırmış bir kardeşlik.
Kardeş ki bin yıllık.
Sevdalı ama günü birlik değil, yaşadığı coğrafyanın her türlü zorluğuna birlikte göğüs germiş, el ele tutuşmuş, birlikte çocuklar dünyaya getirmiş.
O çocuklar ateşlenince, birlikte sabahlamış, acılanmış, kederlenmiş.
O çocuklar iyileştiğinde birlikte sevinmiş, coşmuş, öpüşmüş.
Kardeş ama en laftan anlamazı, her türlü oyuna, dalavereye, kıyıma birlikte göğüs germiş.
Her türlü çıkmazı birlikte aşmış, birlikte savaşmış, birlikte zaferler kazanmış, aynı kazanda aşlar pişirip ikram etmiş.
“Biz aynı kazanın aşuresiyiz kardeş.”dedirtmiş.
Tuzunu paylaşmış, şekersizliğini üzüm kurusu ile atlatmış.
Bir birlerine hürmet etmiş, saygı göstermiş, çocuklarına biz kardeşiz diye belletmiş.
Sevdalı ama kitaplara sığmamış ciltlerce yazılmış, uzun kış gecelerinde, gazlı lamba ışığında okutulmuş okuma bilen çocuklara, ardından ağlanmış, böyle sevda görülmedi denilmiş.
Her seferinde aynı sevda yaşanırken içten içe yanmış tutuşmuş.
Acı kahveler ikram etmiş. Öyle ki hatırı kırk yıllarca bitmez.
Kirve olmuş.
Can olmuş.
İç içe geçmiş.
Etle tırnak olmuş.
Baran’lar, Yağmur’lar aynı okullarda okumuş, aynı hastanelerde ateşler içinde yatmış, aynı suda yüzmüş. Aynı çocuk parkının salıncağında sıra ile sallanmışlar.
Bir birlerinden korkmadan, birbirlerinden şüphe duymadan…
Kimi zaman küsmüşler ama uzun sürmemiş aynı şen kahkahalarla devam etmişler oyunlarına.
Ana babaları onlara bakarak kendileriyle (böyle çocuklar yetiştirdikleri için), ülkeleriyle (böyle bir coğrafyada yaşadıkları için), demleri ile (aynı çaydanlıkta demlendikleri için) gurur duymuş.
Aynı kardeşlik, aynı sevdanın ham meyvesi olmuş birlikte pişmiş.
Bir arada yaşamı savunmuş.
Şimdi bu kardeş ve sevdalıların durmaya düşünmeye, sakin olmaya ihtiyacı var.
Sağduyuya, barışa.
Kolumuza girip hadi hadi deyip acele ettirenleri de sağduyuya çağırmaya. “Dur bakalım gel bir çay içelim, konuşalım.” demeye.
Konuşmaya, başka hiçbir şeye değil.
Sağlıcakla… 23.10.2007

Hiç yorum yok: