6 Aralık 2012 Perşembe

İntihara suskun ömürler…


Altmış altı yaşında emekli bir sağlık memuru…
Ara sıra gelir, sohbet ederiz.
—Ne yapıyorsun, dedim.
—Çalışıyorum, dedi.
—Hayırdır?
—Yav sorma, öyle işte…
***
Çalışmak dediği, bir sitede bekçilik …
Sabah onda gidip akşam onda dönüyormuş eve.
Haftada yedi gün…
Altmışaltı yıllık ömrün en hazin özeti bu olsa gerek.
Otuz yıl köylerde, kasabalarda; en ağır koşullarda, kendi deyimiyle; ‘yol yok, iz yok.’larda geçmiş bir ömür…
Sonuç?
Bir sitede günde on iki haftada yedi gün olmak üzere bekçilik ve 700 lira maaş…
***
Boğazıma düğümlenen yumruyu hiç sormayın…
O çok tanıdık bir iç yangısı bendeki…geçmez...
Böyle hallerde gelir oturur oraya... Ne konuşabilir nede ağlayabilirim.
Sustum bende…
Sustuk karşılıklı…
Anladı içine girdiğim ruh halini, hafiften omzuma dokunarak;
—Yav boşver, dedi…
Görüşmek üzere der gibi bir el işareti ile döndü gitti.
***
Bir reklam filmi yada bir kısa film çekiyor olsaydık, bu sahneyi ağır çekimde alırdık…
Sağ el göğüs hizasına kadar kalkar ve iki yada üç parmak hafiften kıpırdar.
Sonra döner arkasını ve gider…
Dönerken ceketin etekleri havalanır ve ekran kararır...
***
Çok mu dramatize ettim?
Ne bileyim; belki bizim ceddimizde bu almış altı yaşında bekçilik yapan sağlık memurudur. 

Belki bizde ona, ‘muhteşem’ bir dizi olmasa da, bir kısa film çekelim istiyoruzdur.
Sürekli at sırtında değilse de, üstü tenteli bir jipin tipisinde geçsin isteriz filmin bir kısmı…
Karlar arasında ve bir virajın keskinliğinde karşılaşın onları, köyün köpekleri…
Sonra köy okulunda çocuklar aşılansın ve muhtarın “Tipi arttı haberiyle…” köyde kalmak zorunda olmaları…
Ebe Hanımın oğlu gelsin aklına ve “Dönelim…” desin…
Israrla…
“Tipi mipi dönelim, Oğlan çok ateşliydi dün geceden... Sabah zor bıraktım zaten. Dönelim…”
***
Sonra o Ebe Hanım bir sendika yemeğinde eline verilen bir emeklilik plaketi ile bir mikrofonun karşısında… Ne konuşacağını bilemeden… öylece sussun…
Biz o suskunluğa zum yapalım…
Suskunluğu 16–17 bin lira maaş için birkaç yerde görev kapmaya çalışan CEO’ları anlatsın, cümle mahlûkata…
Onlar verimlilik, performans, kalite desin; Ebe Hanım sussun…
Yıllarca örgütlenme çabalarının, önce kontra sonra iki kere kontra sendikalarca nasıl hacamat edildiğini göstersin kimi kareler…
***
Sonra Necati Aydın geçsin bir karede… Ayşenur Şimşek…
Bir aralıktan “Yalan aşklarınız bile.” diyen Behçet Aysan, Madımak karanlığından seslensin…
***
Bu film o kadar kısa olsun ki; almış altı yıl sürsün, yedi gün-on iki saat bekçilik etsin ömrümüze…
Sonra Hastanenin altıncı katından atlayan Melike’nin…
Kanlar içerisindeki Ersin Arslan’ın…
KKKA dan ölen Mustafa’nın, Arzu’nun…
Vücuduna zehir enjekte eden anasteji teknisyeni Fırat’ın…
Fatih’in, Rengin’in, İsmail’in artan ömürlerini de yaşasın kısa filmimiz…
Sonra silikosizli bir diş teknisyenin göğsünde birleşsin ellerimiz…
Bitmesin…
Sağlıcakla…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Manchol DrofsHem okudum hem de hüzünlendim, (kalemine) sağlık,
Atalay Şahin, Rad 79