24 Ekim 2013 Perşembe

Kemal Yılmaz’a/Kemal Abi’ye Açık Mektubumdur...

Ah Kemal abi, nedendir bilmem, çok acımasız olduğunu düşünüyorum şu anda. Tamam, bir soru sordun, doğrudur. Cevabı için seni oyaladım, oda doğrudur.
Ama şimdi, başımız bu kadar ODTÜ'lüyken, bunu alıp da sendika.org'da yazacak ne vardı?
Olsun ben taşıdım, sen de cevap yaz diyorsan, canın sağ olsun. İşte cevabım.
Ne sormuştun Kemal Abi?
Zamanında müdahale edilmediği için kaybedilen ve otopsisine de yeterince araştırılmadan “pnömoni” yazılan çocuktan bahisle:  “Bu çocuğun babası sen olsan ne yapardın?”  
***
Abi baştan söyleyeyim…
Ben o çocuğun babasıyım zaten.
İnan bunu edebi bir vurgu olsun diye yazmıyorum.
Hani Nazım Ustanın “yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir” diye betimlediği o yürek acısı var ya,  tam yirmi yıldır bende ve değerli bir emanet diye saklıyorum ben onu.
Sağlık Ocağının önünde, hastane bahçesinde ne zaman yoksul bir çocuk görsem, aynı sancı ile sarılıyorum onlara, gözlerinden öpüyorum fark etmiyorlar bile.
Abi… Sende o çocuğun babasısın aslında. Sendeki de otuz yıllık sancı değil mi, bana bu soruları sorduran?
Sonra Ata Abi, Onur Hoca, İlker Abi, Şebnem Korur Fincancı, Mustafa Sütlaş, Köksal Aydın, Bedriye Yorgun, Cevher Tosun, Veysi Ülgen, Sıddık Akın, Yılmaz Bozkurt, Eriş Bilaloğlu, Osman Elbek, Ergün Demir… Her biri o çocukların ağrılı sevgisi ile vakfetmediler mi ömürlerini orta yere?
***
Abi…
Sende biliyorsun bunları, o nedenle belki yazının girişine; Dr Melike’yi, Ata Abi’yi, Onur Hocayı koymuşsun…
KKKA’nden ölen sağlık emekçilerinin de hakkını teslim etmişsin, sağol.
Abi, kanser hastası hastaya, sırf hasta sahibine kızdı diye bakmayan doktor… Kabul, buda bizim gerçeğimiz.
Peki abi, kemikleri asit kuyularından çıkan Necati Aydın…
Ankara’nın göbeğinde kör kurşunlarla gencecik bedeni dağlanan Ayşenur Şimşek…
Sivas Madamadığında cayır cayır yanan ve “Bilmek isterdim/ bozüyük bilecik arasında, bin dokuz yüz kırk yedinin martında. Tipi ve aç kurtlar saldırınca tepesinde bir telgraf direğinin/ donan gencecik hat bakıcısının hayatını.” diyen Dr Behçet Aysan...
Onları nereye koyacağız?
Hayattaki tek amacı para kazanmak olan tüccar doktorların arasına mı?
Yapma abi… Korku insana yakışır da haksızlık yakışmaz.
***
Haklısın, belki zaman zaman hepimiz korktuk yöneticilerimizden ve “Doktor hastaya vizit yapmıştır.” diye yazdığımızda oldu…
Ama abi, sen benden daha iyi bilirsin, Seher Tümer’in başına gelenleri, ak saçlı Mahmut Konuk’u… Sen seni, benden daha iyi bilirsin Kemal abi…
Şimdi elbette naif olmak iyidir, ama çektiğimiz bunca acı… Erdal Turan’ın kucağında çocuğuyla çektirdiği fotoğraflara bir bak abi… İbrahim Kara’nın gülüşü az şey mi anlatıyor sana?
Abi ben Fikret’i arayıp geçmiş olsun diyemedim biliyor musun, cezaevi çıkışı…
Evet, onu diyordum, naif olmak iyidir, ama haksızlık etmemeli insan kendine… Mücadelesine, mücadele arkadaşlarına…
Yani ne demek; Bu çocuğun babası sen olsan ne yapardın?”
Ben o çocuğun babası olsam değil, Kemal abi ben o çocukların babasıyım zaten.
Buna bütün yüreğim şahittir.
***
Ben verdiğin örnekteki gibi korkaklıklar yaşamadım diyemem, birçok mücadele arkadaşım gibi bende yaşadım, sende yaşamışsın, ama Kemal abi aynı korkak bizler Manisa’da, sizler Ankara’da, Yılmazlar Niğde’de, Vahdettin abiler Amed’de, Çetin Abiler Bursa’da, Leyla Koç’lar İstanbul’da (ne bilim saymakla biter mi) hep o çocuklara sahip çıkmak için mücadele ettik, biliyorsun. Hatalarımız, eksiklerimiz olmadı mı, oldu. Ama şiddeti hiç birimiz hak etmedik bunu bil.
O kanser hastasını reddeden doktorda, zamanında doktoru servise çağıramayan hemşire de, o 112 personeli de… Hiç birimiz hak etmedik şiddeti.
“Bazıları hak ediyor.” diyenler yanlış diyor abi. Sen bakma onlara. Hiç birimiz hak etmiyoruz, inan.
***
Kemal abi, Tolstoy bir romanında insanların nehirlere benzediğini söyler ve şöyle devam eder: Nasıl ki nehirler kimi yerde sığ, kimi yerde derin; kimi yerde dar, kimi yerde geniş; kimi yerde hızlı akıntılı, kimi yerde yavaş akıntılı ise insanlarda tıpkı böyledirler. Kimi zaman çok fedakâr, kimi zaman çok bencil olabilirler… İşte Kemal abi o kanserli hastayı reddeden doktorun davranışı dahi şiddeti haklı gösteremez.
Kim bilebilir aynı doktorun bir gün önce bir başka hasta için insanüstü bir çaba göstermediğini?
***
Sonuç olarak şunu da diyelim, bu güne kadar hasta ve hasta yakınları uğradıkları haksızlıklarla mücadele de çaresiz kaldılar. Uğradıkları haksızlıkları diyecek mecra bulamadılar. Ama inan bunun da sorumlusu biz/sağlık emekçileri değiliz…
Kimi zaman bireysel yanlışlarımız, taraflı davrananlarımız az mı oldu? Hayır. Ama bu şiddetin altında başka başka işler var, bak. Aha şuraya yazıyorum.
Abdurrahim Karakıoç’un “İsyanlı Sükut” diye bir şiiri vardır, orada; “Gitmişti makama arz-ı hâl için,/'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını./ Bir azar yedi ki oldu o biçim.../ 'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.” der ve devam eder. Büyük ihtimalle biliyorsundur o şiiri. O çaresizlik, bu coğrafyada yaşayan halkın neredeyse kaderi olmuşken; aynı halk, o makam sahiplerine yönlendirmez isyanını da adına “İsyanlı Sükut” der.
İşte o işleri iyi anlamalı Kemal abi…
Bu halk üç kesime isyanını “Sükut” etmeden ortaya koyuyor diyorum ben. 1.Mazlumlara 2. Kadınlara 3. Sağlık Emekçilerine… Neden?
Haydi, sende buna cevap ver Kemal Abi…

Hiç yorum yok: